23.5.05

AB üyeliğimize darbe gibi: Almanya'da Seçim Var!!!

Belki gerçek önemi hemen anlaşılamayacak ama bugün Almanya'da meydana gelen bir gelişme şimdiye kadar Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki en kötü haber-gelişme olarak nitelendirilebilir. Türkiye'nin başını ağrıtan Ermeni iddiaları kadar hatta daha da vahim bir gelişme benim kanaatimce. Almanya'da seçim var, hem de muhtemelen Eylül ayında!!! Her AB muhabbetimizde söylerim, eğer Şanşölye Gerhard Schröder olmasa, yani Almanya'da Sosyal Demokratlar ve Yeşilller iktidarda olmasa Türkiye'nin AB adaylığı buraya kadar gelmezdi. Müzakere tarihi almak bi yana, belki aday olarak bile tanınmazdı Türkiye 1999'da. Neden? Çünkü AB'nin motoru Almanya ve Fransa. Fransa'nın Türkiye'ye tavrı oldukça soğuk, başkan Chirac hariç, Fransa'nın sağı da solu da Türkiye karşıtı. Türkiye'nin güçlü bir Türk lobisi, tarihi bağları, ekonomik bağları, turizm bağları, vs. ile karşılıklı bağımlılık içinde olduğu büyük Avrupa ülkesi Almanya. Ve Alman iç siyasetinde Türkler bütün ağırlıklarını Sosyal Demokratlar ve Yeşiller'den yana koymuş durumdalar. Türk milletvekilleri orda, Türk işadamları, dernekleri onlarla... Sosyal demokratların birkaç milletvekili farkla ve yüzde 1 gibi bir oy farkıyla kazandıkları geçen seçimde de Türklerin %90'a yakını Sosyal Demokrat (SPD) ve Yeşillere oy verdi. Zaten bu ikisi hep koalisyon içersinde. Şimdi muhalefette olan diğer potansiyel koalisyon grubu da Hristiyan Demokratlar (CDU) ve Hür Demokratlar (FDP). Doğu Alman komünistlerinin kurduğu ve tüm oylarını doğu almanya'dan olan Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) eskiden %5 barajını geçiyordu ama geçen seçimde %4'te takıldı ve meclise giremedi. Esasen PDS Türk adaylara en çok yer veren partiydi geçen seçimde ama dediğim gibi şu anda 5. parti ve meclise giremeyecek kadar marjinal sayılır. Neyse. Yıllardan beri bütün seçim araştırmaları ve benim konuştuğum tüm Alman arkadaşlarım 'Schröderin işi bitti, Hristiyan Demokratlar kesin kazanacak, hem de %10 farkla' falan diyorlar. Ben de 'nasıl olsa Alman seçimleri 2006 sonbaharında, biz o zamana kadar müzakerelere başlamış baya da yol almış oluruz' diye düşünüyordum ama nazar değdi ve dün bir yerel seçimde aldığı hezimete istinaden SPD bu Eylül ayında erken genel seçime gitmeye karar verdi. Felaket! Bu demek ki bizim müzakereler başlamadan bitebilir... bence hükümet ve Türk halkı Almanya'yla uzaktan yakından alakası olan herkesi ve herşeyi harekete geçirsin ve Hristiyan Demokratları bir dönem daha iktidardan uzak tutsun. Ama tabi bunu yapmak Türkiye'nin elinde değil, Alman seçmenin elinde. Bir kez daha söylüyorum: Türkiye AB'ye Almanya sayesinde girebilir ancak, Almanya'nın aşırı desteği olmazsa bi tek İngiltere ve bazı ufak tefek ülkelerin desteğiyle hiçbirşey olmaz! Zaten AB'nin Doğu Avrupa'daki genişlemesi de Almanya sayesinde oldu. Kim bilir, belki Hristiyan Demokratlar iktidara geldiklerinde 'seçmene verdikleri vaadi (Türkiye'nin AB üyeliğini engelleme vaadini)' unutup Türkiye'ye kucak açarlar. Bekleyip göreceğiz.

7.5.05

Soykırımlar Defteri ve Aşırı Çifte Standart.

Soykırımlar Defteri ve Aşırı Çifte Standart
(Geçen hafta cumartesi günü yazdığım uzunca bir e-postanın aynısını uzun süredir yenileyemediğim -dönem sonu hengamesi dolayısıyla- bu websitesine de böylece koyuyorum.)Mademki bu güzel cumartesi gününde Ermeni Tehciri hakkında bunca e-mail geldi-gitti, ben de bu konuda ne düşündüğümü kısaca yazmak istedim. Ermeni tehcirinin, meydana geldiği tarihten 90 yıl sonra bazı Avrupa ülkelerinde ve ABD'de (özellikle de Kaliforniya'da) bunca ilgi görmesi en azından "acayip" diye tanımlanabilecek bir durum. 1915'te ne olmuş olursa olsun, ve isterse bu bazı soykırım-etnik temizlik tanımlarına da uyuyor olsun, bu konunun bugün ve bu şekilde gündeme getirilmesi Ermeni, ABD, ve bazı Avrupa ülkelerinin samimiyetsizliğini ve utanmaz bir "çifte standart"ı gösteriyor. Neden mi? Çünkü modern dünya tarihinde meydana gelen ve sayısı şüphesiz yüzü aşan pek çok etnik temizlik ve soykırım vakalarına karşı böyle bir siyasi ve akademik hassasiyet var mı? Bi kere dünya üzerinde tamamen soykırıma dayalı olarak kurulan bir yığın ülke var, içinde yaşadığımız ABD bunların en başında. Kanada, Meksika, Peru, Guatemela, vs. tüm Amerika kıtası ve Avustralya, Yeni Zelanda gibi yeni keşfedilmiş, Avrupalı yerleşimciler tarafından kurulmuş ülkeler en kapsamlı bir soykırım ve etnik temizlik sayesinde kurulmuş ülkeler. Yani var olmalarını mümkün kılan koşul tarihsel bir soykırım. Bunlar yeni keşfedilen kıtalar. Ya Fransızların Cezayir başta olmak üzere iki düzine Batı Afrika ülkesinde ve Güneydoğu Asya'da yaptıkları, İngilizlerin Afrika'nın yarısında ve Hindistan'da yaptıkları, hatta Hollandalıların Endonezya'da, Belçika'lıların Kongo'da, Almanlar'ın Namibya'da yaptıkları? Türkiye ve çevre ülkelerine bakalım mı? Rusya 1 milyon Kırım Tatarını zorla yurdundan çıkarmadı mı? 1944'te bütün Çeçenleri trenlere doldurup Sibirya ve Orta Asya'ya sürmedi mi? 1912-13'te (ermeni tehcirinden yalnızca 2 yıl önce) 1 milyonun üstünde müslüman osmanlı vatandaşı (boşnak, arnavut, makedon, vs.) yunanistan, sırbistan, ve bulgaristan tarafından zorla Türkiye'ye sürülmedi mi? Medeni ve soykırıma hassas Avrupa milyonlarca müslüman kafkaslardan, balkanlardan, kırım'dan, zorla sürgün edilir, yolda yüzbinlercesi öldürülürken "Türkleri sonunda Avrupa'dan çıkarttık" diye bayram etmiyor muydu? Kaliforniya'daki kalburüstü zengin ermeni göçmenlerinin dedeleri insan da türkiye'de toplam sayısı on milyonları bulan boşnak, arnavut, makedon, selanikli, giritli, kırım tatarı, çeçen, çerkez, dağıstanlı, vs. soykırımdan kaçmış vatandaşlarımızın dedeleri insan değil mi? türkiye cumhuriyeti pek çok soykırımdan kaçıp kurtulan ve anadoluya sığınan milyonlarca osmanlı muslumanının yadsınmaz katkısıyla (ki Gazi Mustafa Kemal Paşa da dahil liderlerin pekçoğu böylesi türk-müslüman karşıtı etnik temizlik ve soykırımların uygulandığı bölgelerden gelen göçmenlerdir) kurduğu bir ülke (müslüman olmayan vatandaşlarımız alınmasın, bu onların ikinci sınıf vatandaş olduğu anlamına gelmiyor, yalnızca bir tarihsel gerçeği ifade ediyor). 19. ve 20. yüzyılda osmanlı müslümanlarına hemen hemen bütün "avrupalı" komşuları tarafından uygulanan soykırımlar tek tek AB ve ABD parlamentolarında tanındı mı? Hayır, bir tanesinin bile sözü bile geçmedi, geçmez, ve geçmeyecek! Ah, az daha unutuyordum, Kanada, Avustralya, ABD, derken 20. yüzyılın etnik temizliğe dayalı kurulan yegane, biricik devletini de hatırlayalım: 'kötü niyetli müslümanlar arasında bir özgürlük adacığı', şan-ı büyük sevimli ortadoğu demokrasisi, İsrail... Balkan savaşları, Kırım, Kafkasya, İsrail'in kuruluşu bir yana, daha 1993-95 yıllarında hepimizin gözü önünde ve toplama kampları kurularak gerçekleştirilen Boşnak soykırımını anma günü mü var? Aklı sol pazusunun onda biri kadar olmayan gerizekalı valimiz Arnold Schwarzennegger gün gelir Boşnak soykırımını anma günü ilan eder mi? Asla!! Daha geçen haftasonu berkeley'deki bi konferanstaydım ve utanmaz, arlanmaz bir grup profesör ve dinleyiciler boşnak soykırımının sözünü bile etmedikleri gibi 'Boşnakların yıktığı kiliseler' falan gibisinden eli kanlı Miloşeviç'lerin dilinden konuştu. Ve 1995'in üzerinden yalnız 10 yıl geçti. Boşnak soykırımından kaçanlar hala psikolojik sorunlarla boğuşuyor.... Samimiyetsiz ermeni lobisi, 11 eylülün müslüman karşıtı rüzgarını ve AB'deki türkiye karşıtlığını arkasına aldı, tasarıları tek tek geçiriyor... Bosna Hersek'in %50'sini soykırım ödülü olarak Sırplara veren "medeni dünya" da bazı reformlar karşılığı sırbistan'a üyelik ışığını yakıyor! Neyse, daha sayfalarca yazabilirim ama fikrimi "kısaca" yazmak istedim demiştim, sözümde durup e-maili burada bitiriyorum. Kısacası eğer bir "soykırımlar defteri" açılacaksa, dünyada türkiye'den özür dileyip tazminat vermesi gereken birkaç düzine devlet var; dahası, tamamen soykırım üzerine inşa edilmiş ülkeler (ABD, Kanada, Avustralya, Arjantin, İsrail, gibi) bu durumda her yıl, her ay, her gün kendi varlıklarını lanetleseler de tarih önünde temize çıkarlar mı bilmem, ama bunu yapmayacakları apaçık olduğu halde, ermeni tehcirini "soykırım" olarak tanımayı düşünmek, ABD'deki 11 eylül sonrası müslüman karşıtı fanatizmin ve AB'deki bitmeyen türkiye karşıtlığının samimiyetsiz ve kötü niyetli bi girişiminden başka birşey olamaz. Bütün bunları söyledikten sonra, Ermenilerin müslüman halkla en çok kaynaşmış ve osmanlı medeniyetine çok büyük katkılar yapmış (örneğin Osmanlı klasik müziği ağırlıklı olarak ermeni bestekarların ürünüdür) bir millet olduğunu da unutmamak, onların da ruhlarını şad etmek gerek. ermeniler bizim dostumuz, kardeşimiz, ama tarihin cilvesi bir kısmını mantıksız ve kötü niyetli bir türkiye düşmanlığına, fanatizme yöneltti. diyaloğa açık, iyi niyetli herkesle konuşmalı, aynı Osmanlı medeniyetinin (melting pot) bir parçası olduğumuzu hatırlamalı. gönül isterdi ki bunların sayısı çok olsun ama maalesef bugün için bunun böyle olmadığını üzülerek görüyoruz.

2.5.05

“MEIN KAMPF” NEDEN YOK SATIYOR?

Su an ulkemizin gundemini isgal eden en onemli tartismalardan biri Nazi rejiminin korkunc anilarla geride kalmasininin 50. yildonumunde Hitler’in basyapitinin ulkemizde neden bir anda bu kadar ilgi gordugu. Acikcasi okumaya deger buldugum Radikal gazetesinde bile bu konuda yazilan yazilarin cogunu ciddiyetten uzak ve iceriksiz buldugum icin kendim bu konu uzerine yazmaya karar verdim. Buyrun okuyun.

Turkiye’de gectigimiz yil icinde fasizme olan ilginin artmasini bir kac farkli sebeple aciklamaya calisiyorum;

Birinci sebep ekonomik. Karl Polanyi’nin Nazimin koklerini serbest market politikalarina baglamasindan esinlenen bu fikir Turkiye’nin gectigimiz bir iki yil icinde siki sikiya takip ettigi neo-liberal ekonomi paketi ile Mein Kampf’in satis oranin birbiri ile alakali oldugunu tartisiyor. Bu fikre gore, gereginden hizli gerceklestirilen neo-liberal ekonomik reformlarin yarattigi issizlik ve dolayisiyla ortaya cikan sosyal gerginlik fasizme ortam hazirliyor. Bugun 1 Mayis isci bayrami ve gazetede gordugum kadariyla bir zamanlar sosyalist milyonlarin doldurdugu Moskova meydanlarinda bugun fasist sloganlar bir mayisa damga vurmus durumda. Bu bize neyi gosteriyor? Fasisme olan ilgi global bir eksende mi yukseliyor, yoksa Rusya ve Turkiye tarihin su anki konumunda ortak bir sorunumu tecrube ediyorlar? Biliyoruz ki Rusya yakin gecmiste Turkiye’den daha dramatik bir sekilde neo-liberal reformlarin denegi olmustu.

Ikinci bir sebep ise sosyolojik; Turkiye’nin klasiklesmis kimlik sorununu vurguluyor. Gectigimiz iki sene icinde Turkiye’nin Avrupa Birligine girme cabalari ve surekli olarak yogunlasan uluslararasi diyaloglari Turk halkini daha once alisik olmadigi bir sekilde yabanci halklarla yuzlestiriyor. Bu yuzlesme, bizim kendimizi yeniden tanimlamamiza, kendi kimligimizi digerlerinden farkliligimiz uzerinde kurmamiza sebep oluyor. Iste bu kimlik karmasasi, halki kimligini tanimlama konusunda meraka ve bu durumda asiri uclara egilmeye yonlendiriyor. Ozellikle Ermeni sorunu, kurt sorunu gibi hassas meselelerin yabancilarla daha rahat tartisilmasi ulkemizin bu konulardaki politikalarinda kapali oldugu donemlere oranla buyuk bir faklilik yaratiyor. Bir iki yil oncesine kadar Turk halki, kendi hakkinda bilmek istedigi gercekleri bilmeye bu kadar alisik iken, uzerine toplum ideolojimizin temmellerimizi dayandirdigimiz bazi fikirlerin Avrupalilar tarafindan bu diyaloglarda desifre edilmesi, ozellikle muzaffer ciktigimiz kurtulus savasimizin ve yakin tarihimizin Avrupalilar tarafindan suphe ile sorgulanmasi bu kimlik sorununu iyice atesleyip asiri milliyetci duygusal tepkilere sebep oluyor.

Ucuncu sebep ise duygusal. Son iki sene icinde sanki modern bir tanzimat devri olarak tanimlanabilecek sekilde iradesiz yuruttugumuz dis politikalarimiz halkin midesini bulandiriyor. Avrupa Birligine girme yolunda benimsenen boyun egme, taviz verme politikalari, 600 seneyi askin bir devlet gelenegine bagli olan toplumumuz icin kabullenemez seviyelerde assagilayici oluyor. Kibris konusunda teslim bayragi cekilmesi, Turkiye’yi ziyaret eden Avrupali diplomatlarin, devletler arasi diplomaside esi benzeri gorulmemis bir sekilde teror zanlilarinin yakinlarini, mahkum edilmis kimseleri, etnik azinliklarin temsilcilerini gormeleri ve Turk devletinin butunlugunu ve sayginligini hice saymalari, ve halihazirdaki yoneticilerin bu durumda sessiz kalmalari artik halkin sabrini tasiriyor. Iste bu sebepler yurt icinde boyun egmeyen bir liderin veya kurumun (TSK’nin surekli olarak pasifize edilmeside bir faktor) eksikligi ile birlesince halkin ice kapanmaya, organize olmaya, en onemlisi guclu olmaya olan merakini arttiriyor.

Dorduncu sebep ise benim dinazor teorisi adini verdigim bir durumu ozetliyor. Cengiz Han ve Buyuk Iskender gibi istilaci, ve kan doken liderlere olan ilgimiz aslinda Hitler’e olandan hic farkli degil. Bugun olasi tehlikesinden korktugumuz seylerle, mesela hayatta olan diktatorlerle ilgilenmezken, gecen 50 senenin verdigi bir cesaretle fasizme bir tehdit degil, bir felsefe olarak yaklasabilme olasiligimiz var. Ayni korkunc dinazorlara, jurrasic parka olan ilgimiz gibi, bizden guvenli derecede uzak, tehdit olusturmayan ve ozellikle olu olan buyuk guclere karsi koyamadigimiz bir ilgi duyuyoruz. Eminim gecenlerde NTV de yayinlanan Cengiz Han belgeseli kendi dalinda izleme rekoru kirmistir.

Bu dort ana sebebin disinda bazi yan fikirlerde yok degil. Mesela cok sevilen TV dizisi Kurtlar Vadisi’nin halk uzerinde boyle etkiler yarattigi. Veya Mein Kampf’i pazarlayan yayinevinin cok basarili oldugu gibi (Netekim Trabzon ve Sakarya daki linc girisimleri bu ilginin Mein Kampf la sinirli olmadigini gosteriyor). Eger bana sorucak olursaniz kitabin yazarinin yuksek hitabet ve ikna yetenegi ve sundugu argumanlarin kulturel birikimi derin olmayan kimseler icin dusulmesi cok kolay bir girdap olmasida butun bunlara ekleme yapiyor. Ayrica Filistinde sure gelen catismanin getirdigi anti-semitist onyargilarda Hitlere olan meraki atesliyor olabilir. Ote yandan eger fasismin genetik bir yatkinlik olduguna inaniyorsaniz o zaman Turk toplumunun fasisme dogasi geregi merakli oldugunu da iddia edebilirsiniz.

Butun bu sebepleri ard arda dizince Turkiye’de ki Mein Kampf sendromunun aslinda gercekten surpriz olmadigi ve vahim gelismelerin isaretcisi oldugunu gormemek imkansiz oluyor. Ama bana soracak olursaniz, bu sendrom Turk halkinin hala pasifize olmadiginin, sacma, duygusal hatta ilkel bile olsa hala politik varligini ve reaktif potansiyelini surdurdugunun bir isaretcisidir ve dikkate alinmalidir. Bu potansiyelin ic politika dengelerine yansima olasilinigi goren politik gruplar (MHP, DYP) bu firsati iyi degerlendirecek ve kendinlerini bu oylarla meclise tasima girisiminde olacaklardir. Hatta daha once ki yazilarimda surekli iddia ettigim gibi AKP’nin gelicek secimlerden kesin zaferle cikmasi bu hareketlenmelerle zora girmistir. Netekim burada en buyuk firsat yine CHP’nin elindedir, ama ne yazik ki CHP son yillarda yaptigi gibi bu tarihi iktidar firsatini da basiretsiz ve basariz yonetimi sayesinde degerlendiremeyecektir. Turkiye’nin acilen bir sola, solun acilen bir lidere ihtiyaci vardir.