10.6.13

Başbakan ve AK Parti beni neden kaybetti

Belediye başkanlığı yıllarından beri Recep Tayyip Erdoğan'a sempati duyardım. Mazlumun yanında durması, dobralığı ve en önemlisi de politikadan önce hizmete, laftan çok çalışmaya verdiği önem beni etkilemişti. İstanbul için yaptığı altyapı çalışmaları ve sonrasında Ak Parti iktidarının ve belediyecilik anlayışının Türkiye'ye getirdiklerini burada teker teker saymaya gerek yok ama bana göre Türkiye'ye 10 yıl içinde hem ekonomik hem de siyasi olarak çağ atlatmışlardır. Zaten şu anda Gezi olaylarının bu noktaya kadar gelebilmesinde Ak Parti'nin yarattığı konjonktürün büyük payı var bana göre. Türkiye son on yılda sosyal ve ekonomik olarak hızlı bir değişim geçirdi ve siyaset bu değişime çoğu zaman yetişemedi. Bugün Ak Parti'nin neo-liberal politikaları sayesinde artık Türkiye dünyaya çok daha entegre. Bu yüzden bir avuçtan çok daha fazla insan üniversite okuyor, seyahat ediyor, dünyada neler olup bittiğinin farkında, farklı kaynaklardan bilgi alabiliyor ve kendi özgür çizgisini, düşüncesini oluşturabiliyor.

Ben de “yetmez ama evet”çilerdenim. Hayatımda ilk defa oy kullandım ve vesayet sisteminin kalkması için gönül rahatlığı ile oy verdim. Bugün de hiç pişman değilim. Eski düzende olsaydık işte tam bu kriz dönemlerinde kimin araya girip kendine fırsat çıkaracağını çok iyi bildiğim, meydanlarda TOMA yerine tank görmek istemediğim, sivil diktanın askeri bir diktadan çok daha kolay yıkılabileceğini bildiğim, demokrasiye inandığım için pişman değilim. Hep yeni hedefler, Türkiye'nin açmazlarından kurtulması, herkesin inancını rahatça yaşayabilmesi, siyasi ve ekonomik istikrar, toplumsal barış uğruna hükümeti ve Erdoğan'ı, bazen kısmen de olsa, destekledim. Ancak Başkanlık sistemi tartışmaları, AB hedefinden sapılması, azınlık haklarında ayak diretilmesi ve son olarak da Gezi olayları bir kez daha ve kesin olarak gösterdi ki Erdoğan liderligindeki Ak Part iktidarını sağlamlaştırmak adına her köprüyü yakmaya, ilkelerinden taviz vermeye, milleti birbirine düşürmeye hazır.

On sene demokrasilerde iktidar için çok uzun bir süredir. Hem iktidar metal yorgunluğu, hem de vatandaş bir bıkkınlık yaşıyor. İsminde adalet barındıran bir partinin hükümeti adaletli davranamadığı, gerçekten adil bir yargı sistemi kuramadığı için halk artık insiyatifi eline aldı ve başkaldırdı. Efendim orada devrimciler, Kemalistler, darbeciler, sermaye ve komünistler varmış. Nihai amaçları ve ideolojileri farklı olan insanların ortak bir payda da buluşması, ezberlerin bozulması niye insanları bu kadar rahatsız ediyor? Bugün Topçu kışlası ve devlet terörüne karşı kader birliği yapan insanlar illa hükümeti de düşürmek için de birlikte çalışmak zorunda mı? O zaman iç ve dış düşmanlara yarayacak diye devletimiz ve hükümetimiz ne yaparsa eyvallah diyelim, gazı da, betonu da üzerine soğuk su niyetine içelim. Güçlü Türkiye, güçlü devlet, güçlü millet derken tek bir bireyin bile hakkını yiyor, sesini duymazdan geliyorsak gün gelir o sistem bizim de hakkımızı yer, bize de zulüm yapar. İşte mesele üç-beş ağaç değil tam olarak da budur.

Ne kadar dezenformasyon yapılırsa yapılsın birçok kişi (görmek isteyenler tabi) doğruyu ve yanlışı çok iyi görüyor. Sırrı Süreyya Önder mi dış mihrakların veya faiz lobisinin adamı? Dolmabahçe'deki Bezm-i alem Cami'sinde bir bira kutusu bulundu diye kıyamet koparıldı. Hepimiz izledik görüntülerde çoğunluğun ne kadar saygılı olduğunu ve müezzinin açıklamalarını ama Başbakan bunu kullanmakta tereddüt etmedi. Eğer göstericilerden bir kısmının dine karşı mesafesi, hatta öfkesin var ise bunda iktidarın söylemlerinin ve politikalarının hiç mi payı yok? Dindar nesil yetiştirmeye çalışıyoruz dedikçe bu gençlikte bir tepki yaratacaktır. Halbuki örnek teşkil ederek, dışlamayarak inanmayanları veya mesafeli olanları sevgiyle, eğiterek inançlı bir nesil yaratmak değil mi makul ve makbul olan? Zorlamanın ve zorbalığın yarattığı ters etkiyi ve tepkiyi şu anda iktidarda olanlar yaşamadılar mı, bilmiyorlar mı?

Ak Parti'ye yakın, teşkilatın içinden de arkadaşlarım var. Bazıları olayları kavrıyor, gerçekleri görüyor ama Başbakanı ve partiyi savunmak adına ses çıkaramıyor. Bir kısmı da kara propagandaya körü körüne inanmış veya inanmak istiyor çünkü liderlerine inançları tam ve bu inanç sarsılırsa hep beraber alaşağı edileceklerini düşünüyorlar. Hem Ak Parti sadece Erdoğan'dan ibaret değil diyorlar, hem de onsuz siyaset yapmaktan ödleri kopuyor. Zaten asıl sorun da burada. Bir lider bu kadar geniş sorumluluk, kudret ve yetkiyi toplarsa, hata yapması normal olan bir insanı hatasız gibi göstermeye uğraşır durursunuz. Bunun eleştirdiğimiz Atatürk ve İnönü üzerinde kurulan tabulaştırmadan ne farkı var? Liderler onu eleştirebilen güçlü rakipleri ve dostları oldukları sürece güçlülerdir. Diğer türlü sadece yalnızlaşırlar.

Ak Parti hükümeti bir zamanlar karşı durduğu sistemin ta kendisi olmuş ve devletin kendisine uyguladığı çifte standardı ve baskıyı başkalarına uygulamaya başlamıştır. Tabi ki bu yapılanları 28 Şubat ile karşılaştırmak abes olur. Onun da ilk yıllarına Türkiye'de şahit oldum ve en yakınımdakileri etkiledi. Ancak artık 1998’de değiliz, hem dünya hem Türkiye farklılaştı. Artık benim için Tayyip Erdoğan Türkiye'yi getirdiği yerin zihniyet olarak gerisinde kalmıştır. Bundan sonraki seçimlerde ben ve benim gibi düşünenlerin AK Parti'ye oy verebilmeleri için bu lider saplantısından kurtulması, demokrasi bayrağını daha ileriye taşıyacak bir lider çıkarması gerekli.

Başbakanım,

Siz ülkeyi bölmeye, kutuplaştırmaya devam ederek belki tabanınızı sağlamlaştırıp oyunuzu arttırabilirsiniz ama özgür düşünebilen, olaylara ilk elden şahit olmuş vicdan sahiplerini kaybedersiniz. Bu cepheyi siz açtınız kusura bakmayın. Şimdi de sorumluluğu muhalefet partisine, faiz lobisinin üzerine atmaya çalışıyor, bir zamanlar size karşı yapılan kara propagandayı şimdi siz yapıyorsunuz. En çok da bu beni hayal kırıklığına uğratıyor. Taksim projesini bu kadar sahiplenmiş, sorumluluğu tek başına üzerine almış, belediye başkanı gibi projeyi savunan birinin işler ters gidince, dediği olmayınca sorumluluğu ona buna atması, bana ne mertçe ne de erdemli bir davranış gibi gelmiyor. Sizi sevenler karakterinizden, adam gibi adam olmanızdan dem vuruyor ama ben burada politik hesaplar, hırs ve kibirden başka bir şey göremiyorum. Kemalist değilim, inançsız veya komünist hiç değilim, faize de hayatımda bir kuruş koymadım. Ancak her türlü meşru mücadeleyi Gezi’nin bir park olarak kalması adına, en çok da sizin ve devletin ben yaptım oldu zihniyetine karşı vermeyi sürdüreceğim. Allah bu süreçte hepimize, en fazla da size sağduyu nasip eylesin. Demokrasimiz de bu testten, şiddet ve kardeş kavgasıyla değil, uzlaşıyla ve daha da güçlü çıksın inşallah.

3.6.13

Bu demokrasi için bir zaferdir ve artık yaraları sarma vaktidir!


Her şey kibirle başladı. Devlet kibri ile. Haklı sebeplerden ve korkulardan orada olan bir avuç protestocunun hor görülüp şiddetle bastırılmasından bugün nerelere geldik. Sorumlular, yetkililer ise göremediler, çünkü kibir ve güç gözlerini kör etmişti. Bu tepki tabi ki bir birikimin sonucuydu. Artık gırtlaklarına kadar bu otoriter söylem ve eylemlerle karşı karşıya kalanlar, hiçbir meşru zeminde seslerini duyurmalarına izin verilmeyen ve hiçe sayılanlar dayanamadı ve kendini sokaklara attı. Başbakanın tavrı, polisin aşırı müdahalesi, medyanın aleni kayıtsızlığı insanları daha da çileden çıkardı. Tabi ki bu olayların büyümesinde dezenformasyon ve provokasyonun da büyük rolü var. Bu dezenformasyon da ise medyanın olaylara sağır kalması, her kanaldan bir veya birkaç muhabirin oradan canlı yayın yapmamasının ve bu yüzden güvenilir kaynak olmamasının payı çok büyük. Bu tepkilerin bu kadar spontan ve bu şekilde verilmesi ise ülkede aslında gerçek anlamda insanların duygu ve düşüncelerine tercüman olabilecek bir muhalefet partisi olmamasıdır. CHP’nin bu olayları organize ettiği ise gülünç bir iddiadır. Ben orada kulaklarımla şahit oldum Kılıçdaroğlu’nun yuhalanmasına. Provokatörler ve marjinal siyasi partiler ise olaya sonradan müdahil olmuş ve bütün çabalara rağmen eylemcilerin içine sızmıştır. Zaten meydan da düzgün örgütlü muhalefet olmadığı için bu marjinal gruplara kalmıştır. İnanın olaylar sırasında ve sonrasında zarar veren her kişi için beş kişi yapma etme dedi. Ancak gaza boğuldukça insanlar gaza geldi. Birçok eylemcinin ve polisin belki de bir daha düzelmeyecek şekilde psikolojisi bozuldu, birbirlerinden nefret ettirildi.


Ancak yiğidi öldürüp hakkını verelim devlet Taksim’den geri çekilerek, gezi parkını göstericilere bırakarak geç de olsa bir geri adım attı. Göstericilerin taleplerini haklı bulan yetkililer süreci iyi yönetemediklerini ve insanları yeterince bilgilendirmediklerini itiraf ettiler. Bu demokratik kültürü az da olsa olan bir ülkede olacak bir pragmatizmdir, bir diktatörlükte bu refleksi göremezsiniz. Ancak Başbakan’ın söylemleri ve üslubu ayrı bir konu. Sadece karizmayı çizdirmemek uğruna açıklamalar yaparak, insanları yatıştırmak yerine kışkırtması belki de bütün bu olayların büyümesindeki en önemli sebeptir. Cumhurbaşkanı çok güzel söyledi: “Demokrasi sadece sandıkta olmaz”. Bunu artık Başbakan’nın da öğrenmesi ve özümsemesi gerek. Tüm Türkiye’nin Başbakanı o, sadece %50'nin değil. Bu anlayışla halkı yönetemezsiniz. Taksim kimsenin oyuncağı, kişisel malı değil. Daha önce yapılan yanlışlara yanlış ekleyerek yıkılmış bir tarihi yeniden “ihya” etmek ise bir saçmalıktır. Kürşat Bumin’in dediği gibi:“Bir 'tarihi eser' nasıl olur da 'yeniden inşa edilir', üstelik bu 'tarihi eser' çoktan 'tarih olmuş' ise?”


Devletin geri adımında sonra artık benim için Beşiktaş'taki, İzmir'deki, Ankara'daki gösterilerin meşruiyeti ve hakkaniyeti kalmamış ve amaç farkı ortaya çıkmaya başlamıştır. Sokağa çıkmak, protesto etmek isteyenler için Taksim açıktır ve açık kalmalıdır. Ama eğer amaç sadece polise saldırmak, kamu malına zarar verip, meşru bir hükümeti düşürmek ise o zaman gerçek demokrasi için sokağa dökülenler,ben, biz bunlardan uzak durmalıyız. Sandıkla gelen bir hükümet ancak sandıkla gider.


Eylemi sahipleniyoruz, biz onları durdurmaya gidiyoruz demek ise gaflettir çünkü durduramadığımıza ben birçok kez şahit oldum. Özellikle Beşiktaş’taki Başbakanlık ofisine girme ısrarı provokasyondur. Aynı şekilde polisinde orayı korumak için ara sokaklara, hatta evlerin içine kadar göstericileri kovalaması akıl dışıdır! Göstericilerden bazıları şiddeti ne kadar içselleştirmis ise polis de içselleştirmiş. Maça gidenler bu anlamsız şiddet kültürünü ve dürtüsünü çok iyi bilir. Çoğunluk evinde pasif direnişe başlayınca marjinallerin de enerjisi tükenecektir.


Gezi direnişi devlete ve otoriter zihniyete atılan bir kendine gel tokatıdır! Gene Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi mesaj yerine ulaşmıştır.Artık yaraları sarma, bir adım geri atma, kazanılanları koruma ve akl-ı selim zamanıdır. Yoksa bu direniş siz-biz savaşına döner. Bugün gördüğümüz gibi şiddetin devamı da hepimize, Türkiye'ye kaybettirir.