26.9.06

"Türkiye Dindarlaşıyor" mu, yoksa "Din Elden Gidiyor" mu?

Can Dündar dünkü köşeyazısını 'Türkiye Dindarlaşıyor mu?' sorusunu cevaplamaya ayırmış. Ve bence yerinde bir sosyolojik ayrımı ortaya koymuş: Toplumsal anlamda Türkiye'de bireylerin dini vecibelerini yerine getirme oranları göz önünde tutulursa, Dündar'ın da belirttiği gibi, dinin etkisi büyük bir hızla azalmaktadır. Dündar'ın şöyle diyor: TESEV'in 2000 yılında yaptığı araştırmada (Ramazan ayında) 'her gün oruç tutarım' diyenlerin oranı %91 iken, sadece 4 yıl sonra, 2004 yılında ANAR'ın yaptığı araştırmada bu oran %64'e düşmüş!!! Sizi bilmem ama, amatör bir sosyal bilim insanı olarak ben bu kadar büyük çaplı ve bu kadar hızlı bir toplumsal değişimin dünya üzerinde pek az dönemde -ve bir ihtimal, pek az ülkede- rastlanan türden olduğunan inanıyorum. 4 yılda Ramazan orucu tutanların oranı %27 azalmış! yani Türkiye ölçeğinde, yetişkin nüfusu 50 milyon kabul edersek, Türkiye'de yaşayan 13,5 milyon insan son 4 yıl içinde Ramazan orucu ibadetini bırakmış. Esasen bu sonuç benim çok sınırlı da olsa kişisel gözlemlerimle tam tamına örtüşüyor. Türkiye'de muhafazakar ve mütedeyyin bir muhitte yaşadım, her ne kadar 7-8 yıldır yılın ezici çoğunluğunu ABD'de geçirsemde, 1990'ların sonundan bugüne gelen süreci de az çok gözlemleme imkanım oldu. En azından bireysel ibadet ölçeğinde kuşkusuz çok belirgin, hızlı, ve ekseriyetle genç kuşaklardan kaynaklanan bir gerileme oldu. Bunun olumlu veya olumsuz bir süreç olduğunun değerlendirmesine girmek istemiyorum; ama benim şahsen tahmin ettiğim ve sonuçta hiç şaşırmadığım bir süreçtir bu.

Fakat 'madalyonun öbür yüzü'ne gelince, toplumsal anlamda bireyler üzerinde dinin etkisini kaybetmesi olarak yaşanan bu çok belirgin ve kuşku götürmez sürece karşın, siyasette, medyada, ve diğer kamusal alanlarda dini referanslar son 75-80 yıldır hiç olmadığı kadar arttı. Bu bir paradoks değil, çünkü bahsettiğimiz iki süreç birbirinden ayırt edilebilir, fakat paradoksal olmasa da 'ironik' bir durum söz konusu bu durumda. Türkiye'de 'halk dindarlaşıyor' söylemiyle 'din elden gidiyor' söyleminin sahibi kesimler, toplumsal ve siyasal anlamda vuku bulan bu görünürde birbirine karşıt süreçleri olduğu gibi kavramalı, ve iddialarını bu verilere göre temellendirmelidirler diye düşünüyorum.

Can Dündar'ın yazısı için http://www.milliyet.com.tr/2006/09/25/yazar/dundar.html

20.9.06

Bir Osmanlı Milletler Topluluğu (Commonwealth) Olmayışı Üzerine...

Türker Alkan bugünkü (20 Eylül 2006- hayat ve zaman ne kadar da çabuk geçiyor...) yazısının ikinci yarısında aynen şöyle demiş:

"Türk Dünyası Kurultayı toplandı. Hayırlı olsun. Yalnız sayın Başbakan Erdoğan'ın bir dediğini pek iyi anlayamadım. "İngilizce, Fransızca, İspanyolca konuşan milletler topluluğu gibi, biz de Türkçe konuşan milletler topluluğu kuralım" diyor. Pek fiyakalı bir öneri, ama biraz düşününce anlaşılması zor yanları olduğunu görüyorsunuz. Her şeyden önce, 'İngilizce Konuşan' veya 'Fransızca Konuşan Ülkeler Topluluğu' gibi kuruluşlar yok. Başbakan, muhtemelen İngilizlerin 'Commonwealth', Fransızların da 'La Communauté' dediği kuruluşları kastediyor. Ama bunlar İngilizce ve Fransızca konuşan ülke toplulukları değildir. Bu ülkelerin eski sömürgelerini bir arada tutmak ve kendilerine saygınlık sağlamak için oluşturdukları örgütlerdir. Bu örgütlerin dünya politikasında önemli bir ağırlığı ve işlevi yoktur. Tam tersine, Londra'yı dolduran Pakistanlıların, Paris'i ateşe veren Kuzey Afrikalıların sık sık gösterdiği gibi, metropol ülkelerin başına dert açmaktan başka bir işe yaramıyorlar. İlle de benzer bir iş yapacaksak, Osmanlı'dan kopan Irak, Yemen, Mısır, Suriye, Lübnan, Libya gibi ülkeleri bir çatı altında toplamaya kalkmalıyız ki.. ne diyeyim? Lübnan'a asker gönderme kararı alındığı günlerde eski bir büyükelçimiz, "Aman," diyordu kısık bir sesle, "Osmanlı mirasını hiç anımsatmayalım!" "

Böyle demiş işte sayın Alkan yazısında... Sayın Alkan, isimsiz bir 'eski büyükelçimiz'i kaynak göstererek Osmanlı mirasını hiç anımsatmayalım demiş ama aslında Lübnan'da, Suriye'de, Irak'ta Osmanlı'nın, hatırlandığı kadarıyla, bir parça özlemle anıldığını düşünüyorum ben. Bosna'da, Kosova'da, ve dahi Makedonya'da Osmanlı'ya özlem olduğunu da tahmin ediyorum. Ama Osmanlı Milletler Cemiyeti tarzı bir topluluk olsun demek zaten Osmanlı tekrar kurulsun demek değil ki, alakası bile yok. Sadece kültürel, nostaljik bir yapılanma. Dahası İngiltere ve Fransa'nın benzer örgütlerinin hiçbir siyasi ağırlığı veya değeri olmadığını da yazmış sayın Alkan. Fakat Türker Alkan yanlış bir karşılaştırma yapmış: Osmanlı'nın çok uluslu gerçekliği İngiltere veya Fransa'nın denizaşırı imparatorluklarıyla karşılaştırılamaz, bu çok çok yanlış olur. Genel olarak denizaşırı imparatorluklarla karşılaştırılması yanlış olur. Osmanlı Avrupa'da ancak Avusturya-Macaristan ve Rus İmparatorluklarıyla karşılaştırılabilir. Çünkü Osmanlı her fethettiği bölgeyi az çok kendi memleketi, vatan parçası sayıyordu, Avusturya-Macaristan'da olduğu gibi. Hiç bir bölge 'sömürge' olarak görülmüyordu. Fransa'nın metropol, HindiÇin'in (Vietnam, Laos, Kamboçya), Mali'nin, Senegal'in ve dahi şimdi bağımsız olmuş düzinelerce memleketin sömürge olması gibi bir metropol-sömürge ayrımı tek parça olan imparatorluklarda biraz zor olur zaten. Hoş Rusya'da biraz vardır Orta Asya'ya ve Sibirya'ya karşı, ama mesela Tataristan ve diğer Volga boyu müslüman yerleşimleri Rus vatanının bir parçası sayılır, yabancı sömürge toprağı değil. Fakat asıl büyük benzerlik Avusturya ve Osmanlı arasında kurulmalı, Habsburgların da Osmanlılar gibi 600 sene hüküm sürmesi de cabası.

Gelelim asıl soruya: Osmanlı Milletler Topluluğu... Neden olmasın? Yaratıcılıkltan yoksun kısır bir dış politikaya mahkum olmak zorunda mıyız? Nasıl ki Karadeniz Ekonomik İşbirliğini Örgütünü kurduk, çok da iyi oldu, zararı mı oldu? Bulgaristan, Romanya, Gürcistan, Makedonya, Arnavutluk gibi eski Osmanlı ülkeleriyle kurduk bu örgütü. Açıkça Osmanlı Milletler Topluluğunu kurmak çok mı çılgınca? Maalesef çılgınlık şundan kaynaklanıyor: Biz bu örgütü kurarız ama bu örgüte en çok katılması gereken Arap ülkelerinin liderleri, kendi meşruiyetlerini Osmanlı karşıtlığı üzerinden kurdukları için böyle bir örgüte girmezler gibi geliyor bana. Olsun, girenler sağolsun. Bosna, Arnavutluk, Kosova, ve Makedonya girer, Bulgaristan ve Cezayir bile girer bence, belki de Lübnan ve Yemen, Osmanlı olmasa da Pakistan da girer, onlarda tarihsel bir Osmanlı-Türkiye sempatisi var zaten. Şans eseri okuduğum bir yazının bende uyandırdığı izlenimler işte böyle.

7.9.06

Bir kaşık suda fırtına

Lübnan'a BM gücü çevresinde asker yollama kararı Meclis de kabul edildi. Muhalefet ve medya ise, halkın şehit olan askerlerimizden dolayi olusan hassasiyetini bu insani yardim ve prestij misyonunu baltalamak icin kullandı. Sanki yarim milyona yakin askeri gucumuzden gonderecegimiz bin kadar asker bizim terör ile mucadele kapasitemizi kısıtlayacakmış gibi, sanki daha önce Afganistan'a, Bosna'ya, Kore'ye asker gondermemişiz gibi bir gurultu koparildi. Sol muhalefet anti-emperyalizm cigliklari atti, niye Amerika'nin, Israil'in pisligini temizliyoruz dedi. Sag muhalefet dini duygulari istismara yonelerek, bizi musluman kardeslerimizle catistiracaklar dedi. Zaten AKP yi yipratmak icin her firsati kollayan cevreler, cok onemli bir konu olan dis politikayi da buna alet etmis oldu.

Halbuki biraz olayi serin kanlilikla degerlendirebilsek hem riskleri, hem firsatlari hem de hukumetin ince bir calisma ve aldigi taahutlerden sonra boyle bir karar aldigini gorebilirdik.
Yine Acik Gorus te ateskesten sonra eger Turkiye asker gonderecek ise dikkatli olmalidir demistik ve ozellikle Abdullah Gul yaptigi temaslar ve gezilerle hukumetin bu dikkatini gosterdi. Lubnan da etkin olan bircok grubun ve devletin goruslerini aldi, ayni zamanda Iran ile arka kapi diplomasisi yapildi ve en sonunda MGK'da da yapilan tartismalardan sonra bu karar verildi ve simdi de meclis tarafindan onaylandi.

Bu gorevin tabi ki riskleri var ama bunlar tezkerede ve BM kararindan en aza indiriliyor. Zaten Kofi Annan da acikladi, Hizbullah'i silahsizlandirmak BM nin degil Lubnan hukumetinin isidir dedi. Biz cok daha tehlikeli olan Afganistan'da da gorev yapiyoruz ama tek bir sehidimiz bile yok su ana kadar Allaha sukur; cunku gorev alanimizda ve taniminda sicak catisma yok.
Simdi Lubnan'da da ayni gorevi surdurecegiz, hem halka yardim edecegiz, hem de caydirici bir guc olarak Hizbullahin ve Israil ordusunun bolgede serbestce at kosturmasini onleyecegiz. Kimsenin Hizbullahi silahsizlandiracagi falan da yok zaten, sadece eskisi kadar serbest olamayacaklar ve yurtdisindan cephane ve fuze getirmeleri zorlasacak. Ayni sekilde Israil de istedigi zaman bu bolgeye operasyon yapamayacak ve vuramayacak.

Yani bolgede gerginligin azaltilmasinda onemli bir rol oynayacak bu guc; ve ne kadar kabul etmek istemesek de Ortadogu da ki gerginligin ve catismanin bize de yansimalari oluyor. Lubnan da bulunan Bekaa vadisinde ki teror kamplarinda yetisen PKK teroristlerini hatirlayalim. Bizi sokmayan yilan bin yasasin tarzinda bir dusunce belki Madagaskar olsaydik dogru bir strateji olabilirdi ama biz Turkiye'yiz ve Lubnan bizim arka bahcemiz.

4.9.06

Ne kendimizi ne de baskalarini aldatmayalim

Bu hafta Turkiye nin cesitli yerlerinde gerceklestirilen, 5 kisinin olumune ve onlarca kisinin yaralanmasina yol acan bombalamalar dunya basininda genis yer buldu. Turk medyasinda ise, artik merkezi bir yonlendirme ile mi yoksa hepsi birden iyi niyetli ama yanlis olan bir sorumlu habercilik ile mi bilemiyorum, bu bombalamalardan sanki hic onemli degilmis gibi bahsedilmiyor.

Sanki bizim gazetelerimiz yazmazsa, yorumcularimiz konusmazsa, dunya basini ve turistler bu saldirilari ciddiye almayacak ve turizm darbe yemeyecek. Halbuki once askeri catismalarla baslayan ve simdi sivillere karsi bombali eylemlerle devam eden bu yeni teror dalgasinin altindaki nedenler derinlemesine tartisilmali, herseye PKK demek yerine gercekten hangi gruplarin bu olaylarin arkasinda olduguna ve PKK ile baglantisi olup olmadigina bakilmali. Eminim emniyet guclerimiz bunlara dikkat ediyordur ama halkimizin da dogru bilgilendirmeye hem hakki, hem de ihtiyaci var. O yuzden ancak anti-demokratik ve 3. dunya ulkelerinde olan bir saflikla, bu eylemleri kucumseyerek, hem kendimizi hem de baskalarini kandirmamiza gerek yok, cunku dunya medyasi ve turistler olaylarin farkinda. Hala bircok turist takdir edilecek bir sekilde tatillerine devam ediyor ve etmeli de, yoksa zaten teroristler amacina ulasmis olur. Ancak medyamiz bu pozitif mesaji vermek yerine hem kendilerini hem de baskalarini kandirmayi tercih ediyorlar.

Eger medyamiz gercekten habercilik sorumlulugu ve etigi ile hareket etmek istiyor ise, bugun Erdogan'in konusmasi ile yaptiklari gibi polemikler ile suni gundem yaratmak yerine gundemde olmasi gereken bu tip konulari hasiralti etmemesi cok daha faydali olacaktir.

2.9.06

Degisim Vakti

Biraz once Urdun'de lise tarih ogretmenligi yapmıs bir taksi soforunun arabasından indim. Ben ona "Osmanlı hakkında ne ogretiyorsunuz?" diye sordum ve aldıgım cevap "Bastan sona!" oldu. Sevindim. O ise bana "Turk'ler nicin Ataturk'u seviyor?" diye sordu. Hemen Ataturk'un bir topluluga nasil millet olmayı ogrettigini, buyuk bir savas kahramanı oldugunu, direnisin ve Cumhuriyet'in sembolu oldugunu soyledim. Beklentimin tersine, bana donup olayı daha once bu acıdan hic gormedigini ve hep Ataturk'u, Turk'leri kendi kimliklerinden uzaklastiran, bir diktator olarak gordugunu soyledi. Beklentimin tersine diyorum cunku normalde karsılasacagınız insanlar dusuncelerini degistirmeyi, hele hele yeni bir fikir duyduklarını itiraf etmeyi sevmezler. Bu acıdan Muhammed Bey'e saygı duyarak elini sıktım ve arabadan indim. Fakat soyledikleri uzerine dusunmeye devam ettim...

Bu konu siyasete ilgi duyan hic bir Turk'e yabanci degil. Ataturk devrimlerinin bizi tarihimizden ve dolayisiyla kimligimizden buyuk olcude kopardigi gercegi ozellikle son donemlerde kuresellesmenin getirileriyle daha da bariz bir sekilde goze batmakta ve gecmise oranla daha aciklikla tartisilmakta (gayri-resmi). Hatta siyasi sahnede bile bolunmeler bu yonde, isin kotusu bu tartismayi (resmi) siyasi ortamda acik bir sekilde yasamak hala mumkun olmadigi icin bu fikir ayriligi gelip kiyafet devrimine (belkide en onemsiz olan!)- 'turban'a takilmis durumda! Aslinda konunun turbana takilmis oldugunu tartismanin "Ataturk'cu" tarafinda olan herkes acikca soyluyor: turban sadece bir kumas degil, bir ideoloji! Ben bu saptamaya kesinlikle katiliyorum ama turbanin altinda yatanın bir degil birden daha fazla sayida ideoloji oldugunu dusunuyorum . Fikirlerin silahlar gibi catistigi gunumuz dunyasinda bir fikrin karsina birden fazla fikri cikarmayi pek akillica gormuyorum. Eger bu boyle giderse "Ataturk'cu Dusunce" kısıldigı bu kosede ezilir gider. Ezilir gider cunku karsisinda sadece Seriat beklentisi icinde olan radikal dinci bir grubun dusunceleri degil, Turkiye'de degisim bekleyenlerin, ozgurluklerin gercek anlamiyla ve tum zumreler icin yayilmasini bekleyenlerin, insan haklari savunucularinin, ve en dogal hakki olan dini kulturun muhaza edilmesini talep edenlerin dusunceleri duruyor. Ataturkcu dusuncenin turbana indirgenmesi butun bu karsit dusunceleri ayni anda karsina almasi anlamina geliyor ve bu catismadan sag cikmasi cok zor. Ayni ogretmen Muhammed Bey'in Ataturk gorusu gibi haksiz bir yenilgi olur bu cunku Ataturk'un bu ulkeye birakmak istedigi ideoloji bir yasaklar listesinden ibaret degil.

Ayni dini ve dini kitaplari birer yasaklar kumesi olarak algilayan, bu yasaklar kumesinin disina ciktiklarinda gunah isleyeceklerine, icinde kaldiklari surece ise mutlu olacaklarina inanan cahil kimseler gibi, bugun "Ataturk'cu Kurallar!" kumesinin icine girmis, cikmak istemeyen bir topluluk var Turkiye'de. Halbuki Ataturk bir devrimci, biraktigi en onemli ilke ise devrimciliktir. Gunumuz Turkiye'sinde degisime en kapali olan dusunce tarzi ise "Ataturk'cu Kurallar" kumesinin icine sikismis olanlarin dusunceleri! Ne oldu da boyle bir celiskiye dustuk?

Bana ilkokulda anlatildigina gore Ataturk bir cok kiz evlat edinirken hic erkek evlat edinmemis cunku ona saltanat usulu bir siyasi guc saglanmasini istememis! Ben bunun dogru olduguna sonuna kadar inaniyor ve liderimizin vizyonuna hayranlik duymaktan geri duramiyorum. Fakat gelin gorun ki olumunun 70 yil sonrasinda hala butun okul dersliklerinde resimleri, tum 'kamusal alan'larda bustleri bizimle. Inanıyorum ki Ataturk bugun yasasa kendi yarattigi bu milletinin vizyonunun kendi vizyonundan ne kadar geri dustugunu gorur ve uzulurdu. Bugun dunyanin hic bir ulkesinde Turkiye'de oldugu gibi bir 'tek adam' rejimi yok! Turkiye sınırları dısına adım attıgınız anda bizim cok alisik oldugumuz bu varligin diger insanlara ne kadar garip ve cagdısı geldigini gorebilirsiniz.

Asagidaki makalenin duyurduguna gore bu yıl Cin Halk Cumhuriyetinde basılan butun ders kitaplari degismis ve kuresellesme goz onunde bulundurularak cocuklara okuldan mezun olduklari zaman karsilasacaklari yeni dunyanin gerceklerine daha iyi ayak uydurmalarinda yardimci olacak bir mufredat gelmis. Yeni mufredatta Mao'nun ismi sadece birkac kere geciyormus! Ayni kuresellesme bizim ulkemizde belkide daha hizla yayiliyor ve artik farkli dusunceleri gormek icin cocuklarin sınırlarımızın dısına adım atmasi gerekmiyor, kendi odalarindan veya okuldan veya kafeden internete baglanmalari yeterli! Iste bu yuzden artik bizde bu tarz bir degisim yasamali, Ataturk'un golgesini fiziksel olarak hissetme (bustler sagolsun) bagimliligimizdan kurtulup onun dusuncelerini hak ettikleri gibi degerlendirmek ve kendimizi gercek birer devrimci gibi yenilemek zorundayiz. Ataturk ve yanindakiler yaptiklarini basardilar cunku hic birseyden korkmamayi basardilar, onlar biliyorlardi ki eger biz yeterince guclu olursak o zaman hic birseyden korkmaya gerek yok ve hersey mumkun. Bugun onlarin mirascilari olarak bizde farkina varmaliyiz ki bolunmeden, seriattan korkarak, degisim dileyenleri hain, muhafazakarlari 'molla/ocu' ilan ederek hic bir seyi mumkun kilamayiz. Cocuklarimiz bu yeni dunyaya adim attiklarinda ona hazir olmali, dinamik dusunceleri, cok yonlulugu kavrayabilmeli yoksa Ataturk'u utandirir ve cagin gerisinde kalmis bir toplum olmaya mahkum oluruz. Unutmayalim ki dunya bizi beklemiyor ve degisiyor o yuzden paranoyayi bir kenara birakip kendimize gelelim ve degisime evet diyelim!

(Cin ile ilgili bahsi gecen makaleye bir onceki yazidan veya bu baglantiya tiklayarak ulasabilirsiniz.)

1.9.06

Where’s Mao? Chinese Revise History Books




Where’s Mao? Chinese Revise History Books

BEIJING, Aug. 31 — When high school students in Shanghai crack their history textbooks this fall they may be in for a surprise. The new standard world history text drops wars, dynasties and Communist revolutions in favor of colorful tutorials on economics, technology, social customs and globalization.

Socialism has been reduced to a single, short chapter in the senior high school history course. Chinese Communism before the economic reform that began in 1979 is covered in a sentence. The text mentions Mao only once — in a chapter on etiquette.

Nearly overnight the country’s most prosperous schools have shelved the Marxist template that had dominated standard history texts since the 1950’s. The changes passed high-level scrutiny, the authors say, and are part of a broader effort to promote a more stable, less violent view of Chinese history that serves today’s economic and political goals.

Supporters say the overhaul enlivens mandatory history courses for junior and senior high school students and better prepares them for life in the real world. The old textbooks, not unlike the ruling Communist Party, changed relatively little in the last quarter-century of market-oriented economic reforms. They were glaringly out of sync with realities students face outside the classroom. But critics say the textbooks trade one political agenda for another.

devami...