Bu blog da genellikle Turkiye'nin ic ve dis siyasetinden bahsediyor, bazen de sosyal konulara deginiyoruz ama ben bu sefer gundemde olan, tabiri caizse, daha hafif bir konudan bahsetmek istiyorum.
Kim veya kimler Turk futbolcusudur ve Milli Takim da kimler oynayabilir? Bu sorular ozellikle Fenerbahce klubu futbolcusu Marco Aurelio nun Mehmet Aureilo olup Turk vatandasligina gecmesi ve Milli takima cagirilmasi ile gundeme geldi.
Bazi sozde futbol otoriteleri bunu iclerine sindiremediklerini soylediler. Efendim Milli Takim dejenere olmus, Turk futbolcularin onleri kesilecekmis. Bu ayni kisiler yine AB icinde olan butun takimlarda yabanci sinirlamasi kaldirilmisken Turk takimlarina bunu cok gorurler ve sonrada Avrupa kupalarinda basari gelmeyince acimasizca elestirirler. Hadi o zaman gostersinler bir tane futbolcu Turkiye'de o mevkiide Aurelio'dan daha iyi oynayabilecek. Arastirilirsa bulunur deniyor, bundan buyuk sacmalik olur mu?
Biraz serbest piyasa ekonomisini bilenler haksiz rekabetin de ne kadar onemli bir unsur oldugunu bilirler. Fransa, Hollanda, Ingiltere gibi takimlar eski somurgelerinden gelen oyuncularini milli takima tekrar tekrar alyorken, Avrupa ulkelerinde yasayan gocmenler cogu zaman dogduklari ve ailelerinin geldigi ulkenin milli takimini degil, yasadiklari yerin milli takimini tercih ederlerken, Turkiye niye boyle bir fasizan anlayis icine girsin? Yuz elli milyon nufusu olan Meksika'da bile iki devsirme Brezilyali futbolcu oynamakta. Biz Almanya da, Belcika da dogup buyumus ama etnik kokeni Turk olan bircok futbolcuyu Milli Takima almadik mi?
Eger irkci veya etnik bir anlayis icine girecekseniz o zaman bunu acikca soyleyin ve milli takima girebilme sartini Turkiye vatandasi olmaktan cikarip, etnik kokene baglayalim. O zaman, dogma buyume Malatyali olup, ben Kurt'um diyen de, Brezilya liyim diyen de giremesin Milli Takim'a. O zaman zamaninda Lefter'i Milli Takim'a alanlar da yanlis yapmis, onu da Milli Takim tarihinden silelim.
Hayir bu Futbolcularin Turkiye de yetismis olmasi gerekli, ancak onlar Turk futbolcusu olabilir diyorsaniz o zaman ne Yildiray'i cagirin Milli Takim'a, ne Altintop kardesleri ne de Turkceyi bile dogru duzgun konusamayan Mustafa Izzet'i.
Artik biraz kafamizi kumdan kaldirip, 1940'larin mentalitesinden uzaklasirsak gorecegiz ki eger basarili olmak ve dunyanin buyuk takimlari ile esit sartlarda rekabet etmek istiyorsak Mehmet Aurelio aslinda gec kalmis ama dogru bir adimdir.
17.8.06
14.8.06
Hizbullah'in Zaferi ve Iran Acmazi
Israil ve ABD nin ortaklasa planladigi ve Hizbullah'i zayiflatip Iran'i sikistirmak icin cikarilan savas dun ilan edilen ateskes ile, en azindan simdilik, sona erdi. Boyle bir catisma zaten Suriye ordusunun Lubnan dan cekilmesi ve Iran ile baslayan nukleer krizden beri bekleniyor, hatta New Yorker yazari Hersh'un belirttigi gibi, planlaniyordu. Iki Israil askerinin kacirilmasi ise, Birinci Dunya Savasi oncesi Avusturya -Macaristan veliahtina duzenlenen suikast tarzi bir bahane oldu.
Savasin basladigi bir ay oncesinden beri konu hakkinda yorum yapmak istemedim, cunku kapsami ve ne kadar yayilacagi belli degildi. Ama bugun itibari ile goruluyor ki iki bine yakin insanin olumu ve ic savastan sonra yeniden insa edilen ve hayata donen Lubnan'in altyapisinin yerle bir edilmesi disinda hicbir somut sonucu olmadi bu savasin. Bolgede insan hayatinin, ozellikle Muslumanlarinkinin, ne kadar ucuz oldugu birkez daha gozler onune serildi.
ABD ve Israil hala bu "operasyona" pozitif bir "spin" koymaya calisiyor ama biraz bolgeyi taniyan ve savasi tarafsiz kaynaklardan takip eden herkes Hizbullah'in stratejik bir zafer kazandigini biliyor. Belki Israil'in bu yuzune gozune bulastirdigi operasyondan tek kazanci, Hizbullah'in elinde bulundurdugu tahmin edilen fuzelerin yarisindan fazlasini harcamis olmasi.
Yalniz savasin somut olmayan, ama onemli psikolojik ve stratejik sonuclarini da belirtmek lazim.
Birincisi, dunyanin en gelismis silahlarina ve bolgenin belki de en guclu ordusuna sahip olan Israil'in Hizbullah gibi iyi organize olmus bir gerilla orgutune karsi basarili olamadigi goruldu. Ayrica Iran da A.B.D. ye bolgede ki gucunu gostermis oldu. Ikinci olarak, Hizbullah'in ve destekcisi Iran'in hem Lubnan icinde, hem de tum Arap ve Islam dunyasinda destegi ve prestiji tavan yapti. Etnik ve dini ayrimlarin keskin politik cizgilerle belirlendigi Lubnan da normalde Sii leri temsil eden Hizbullah artik tum gruplardan destek gorur duruma geldi. Iran 'in bolgedeki nufuzunun artmasindan korkup icten ice Israil'i destekleyen ve Hizbullah'i suclayan Arap liderleri ise, savasin Lubnan'i yerle bir etmesi ve buyuk can kaybina yol acmasi ile kendi halklari nezdinde buyuk prestij kaybina ugradi. Ucuncusu ise radikal orgutlere Israil ve A.B.D. dusmanlarina ve teroristlerin eline onemli bir koz, propaganda malzemesi verildi.
Ortadogu da A.B.D.' nin neo-konzervatif utopyasi ve Irak isgali sonucunda taslar yerinden oynamis durumda. Ancak bu ne yazik ki bolgede daha fazla istikrara, barisa, demokrasiye ve ozgurluge yol acan degil, hassas dengelerin bozulmasi ile buyuk bir depreme yol acacak bir oynama. Kendini bilmis ve kustah A.B.D. teknokratlarinin halt etmesi ile arka bahcemizde "demokrasi" ve "ozgurluk" adina olusturulan kaos daha bircok krize, savasa ve sivil sehitlere gebe.
Turkiye ozelikle cok dikkatli bir siyaset izleyerek bolgenin yeni agir topu Iran'in bir yandan nukleer silah yapmasini engellemeye calisirken, bir yandan da ipleri koparmamak ve iliskileri sicak tutmak zorunda. Lubnan'a asker gondermeye gelince ise, Hizbullah la karsi karsiya gelme riski oldugu icin, Turkiye'nin bu konuda cok da istekli olmamasi gerektigini dusunuyor ve Mustafa'nin bu konudaki yorumuna katiliyorum.
Savasin basladigi bir ay oncesinden beri konu hakkinda yorum yapmak istemedim, cunku kapsami ve ne kadar yayilacagi belli degildi. Ama bugun itibari ile goruluyor ki iki bine yakin insanin olumu ve ic savastan sonra yeniden insa edilen ve hayata donen Lubnan'in altyapisinin yerle bir edilmesi disinda hicbir somut sonucu olmadi bu savasin. Bolgede insan hayatinin, ozellikle Muslumanlarinkinin, ne kadar ucuz oldugu birkez daha gozler onune serildi.
ABD ve Israil hala bu "operasyona" pozitif bir "spin" koymaya calisiyor ama biraz bolgeyi taniyan ve savasi tarafsiz kaynaklardan takip eden herkes Hizbullah'in stratejik bir zafer kazandigini biliyor. Belki Israil'in bu yuzune gozune bulastirdigi operasyondan tek kazanci, Hizbullah'in elinde bulundurdugu tahmin edilen fuzelerin yarisindan fazlasini harcamis olmasi.
Yalniz savasin somut olmayan, ama onemli psikolojik ve stratejik sonuclarini da belirtmek lazim.
Birincisi, dunyanin en gelismis silahlarina ve bolgenin belki de en guclu ordusuna sahip olan Israil'in Hizbullah gibi iyi organize olmus bir gerilla orgutune karsi basarili olamadigi goruldu. Ayrica Iran da A.B.D. ye bolgede ki gucunu gostermis oldu. Ikinci olarak, Hizbullah'in ve destekcisi Iran'in hem Lubnan icinde, hem de tum Arap ve Islam dunyasinda destegi ve prestiji tavan yapti. Etnik ve dini ayrimlarin keskin politik cizgilerle belirlendigi Lubnan da normalde Sii leri temsil eden Hizbullah artik tum gruplardan destek gorur duruma geldi. Iran 'in bolgedeki nufuzunun artmasindan korkup icten ice Israil'i destekleyen ve Hizbullah'i suclayan Arap liderleri ise, savasin Lubnan'i yerle bir etmesi ve buyuk can kaybina yol acmasi ile kendi halklari nezdinde buyuk prestij kaybina ugradi. Ucuncusu ise radikal orgutlere Israil ve A.B.D. dusmanlarina ve teroristlerin eline onemli bir koz, propaganda malzemesi verildi.
Ortadogu da A.B.D.' nin neo-konzervatif utopyasi ve Irak isgali sonucunda taslar yerinden oynamis durumda. Ancak bu ne yazik ki bolgede daha fazla istikrara, barisa, demokrasiye ve ozgurluge yol acan degil, hassas dengelerin bozulmasi ile buyuk bir depreme yol acacak bir oynama. Kendini bilmis ve kustah A.B.D. teknokratlarinin halt etmesi ile arka bahcemizde "demokrasi" ve "ozgurluk" adina olusturulan kaos daha bircok krize, savasa ve sivil sehitlere gebe.
Turkiye ozelikle cok dikkatli bir siyaset izleyerek bolgenin yeni agir topu Iran'in bir yandan nukleer silah yapmasini engellemeye calisirken, bir yandan da ipleri koparmamak ve iliskileri sicak tutmak zorunda. Lubnan'a asker gondermeye gelince ise, Hizbullah la karsi karsiya gelme riski oldugu icin, Turkiye'nin bu konuda cok da istekli olmamasi gerektigini dusunuyor ve Mustafa'nin bu konudaki yorumuna katiliyorum.
12.8.06
Yeni Şafak'ta Ortadoğu ve etnik prensip üzerine yayınlanan yazım
12 Ağustos 2006, Cumartesi günü (bugün) Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazıma ulaşmak için Yeni Şafak gazetesi websitesine girip 12 Ağustos tarihli Düşünce Gündemi'ne girebilir, http://www.yenisafak.com.tr/dusuncegundemi/ yada aşağıdaki linki takip edebilirsiniz. Fakat yeni bir yazı eklendiğinde aşağıdaki link işe yaramaz o zaman arşivden aramanız gerekir:
http://www.yenisafak.com.tr/dusuncegundemi/?t=12.08.2006
http://www.yenisafak.com.tr/dusuncegundemi/?t=12.08.2006
3.8.06
Irak Savasi ve Turkiye'nin Tutumu
Son zamanlarda islerimin yogunlugu ve Ortadogu'da yasanan dehsetin yaratmis oldugu sok nedeniyle pek bir katki saglayamiyor, bos zamanlarimi savasin detaylarini okumakla geciriyorum. Fakat bu surede Turkiye calkalanmaya devam ediyor ve hic suphem yok ki bu Buyuk Ortadogu Projesinin yaratmis oldugu kaosun bir uzantisi. Bu uzantiya deginmek boynumuzun borcu...
Bu baglamda oncelikle biraz geriye gidip daha onceki siyasi gelismelerde gostermis oldugumuz tutumlari yeniden gozden gecirmek gerekiyor diye dusunuyorum. Bugun yasananlarin isiginda daha once nerelerde yanildigimizi, nerelerde hakli ciktigimizi gormemiz onemli olacaktir. ...
Tarih Mart 2003, Irak savasi arifesinde diger yazarimiz Serim'le Atalanta da bir otel odasinda gelismeleri takip ediyoruz. Bizim icin o gunlerin kafa kurcalayan sorusu Turkiye'nin takinacagi (veya bir hafta once takinmis oldugu) tutum. Ben siddetli bir sekilde Turkiye'nin Irak savasina katilmasini ve Irak'a asker yollamasini savunuyorum. Turk kamoyu ve onun temsilcisi Turkiye Buyuk Millet Meclisi buna siddetle karsi. Savasa aktif olarak katilmak bir yana, Amerika'nin ve Basbakanin baskisina ragmen Amerikan askerlerinin Turk topraklarini kullanmasina bile izin cikmiyor, Turk demokrasisi adina gurur verici bir durum.
Oncelikle kesin olarak belirtmeliyim ki Turkiye'nin savasa katilmasini desteklemem, bu savasi, sebeplerini veya amacini desteklemem demek degildir. Tersine, her mantikli insan gibi Amerika'nin topraklarindan kilometrelerce otede yapacagi bu isgale kesinlikle karsiydim. Benim dusuncem, Turkiye'nin kendi iradesi ile onleyemeyecegi, dolayisiyla kacinilmaz olan bu savastan kendine en iyi cikarimi yapmasi gerektigi idi. Bu fikrimi arkadaslarima actigimda cok uzun tartismalar yasandi, ozetlemek gerekirse iki tarafin duruslari soyleydi:
Turkiye savasa girsin:
-Turkiye, Osmanli'dan aldigi mirasin sorumlulugu ile lider bir ulke gibi davranmali, hem siyasi hem askeri bakimdan kendi sinirlarini da ilgilendiren bu durumda kesinlikle pasif kalmamalidir.
-Turkiye uzun vadeli muttefiki ve cok yakin zamanda komsusu olmak uzere olan Amerika ile olan iliskilerini ikilemde birakmamali, stratejik ortak konumunu bir baskasina kaptirmamalidir (Barzani, Talabani, Kurdistan)
-Turkiye kendi sinir guvenligini garanti altina alabilmek icin gelecekte komsusu Irak ile olacak olan iliskilerini kendi baskin etkisi altina almalidir. Turkiye her buyuk devlet gibi etki alanini dusunmeli, Irak'taki askeri varliginin sayesinde eline gecek stratejik, psikolojik avantajlari degerlendirmeli, Irak'in gelecekteki yapisinin kurulmasinda soz sahibi olmalidir.
-Turkiye Irak'ta kendine tehlike teskil edebilecek olusumlari, baslamadan durdurabilmek icin Amerikan destegini, ancak karsiliginda bu yardimi vererek alabilir. Istihbarat bakimindan varligimiz onemlidir.
Turkiye savasa girmesin:
-Turkiye'nin isgalci bir gucun parcasi olmasi kabul edilemez. Savas sirasinda islenecek gunahlarin bir parcasi olamayiz
-Turkiye Ortadogu'da ki komsularina karsi kendini isgalci konumuna koymamalidir. Bir musluman toplumun bati tarafindan isgaline yardim tepki cekecektir.
-Isgal uzun vadede basarisizliga ugradiginda Turkiye sorumlu olmamalidir, buradaki direnisin ve radikal dinci orgutlerin hedefi olmamalidir.
-Turk askerinin hayatinin riske atilmasi goz onune alinamaz, bolgedeki direnisin tepkisi ile kaybedilecek askerlerin hesabini veremeyiz.
Simdi 3 sene sonra birer birer bu duruslari gozden gecirelim :
-Turkiye bugun itibariyle Ortadoguda olan etkisini tumuyle yitirmis, bolgenin yalniz ve cok acikca umursanmayan ulkesi halini almistir. Bugun ortadogu dengelerinde ipler Iran ve Suriye'nin eline gecmis, IKO toplantilarinda ilgi odagi Tayyip Erdogan degil Mahmud Ahmedinecad olmustur. Lubnan krizi ile ortaya ciktigi gibi Turkiye Basbakaninin demecleri, Turkiye'nin durusu, uluslararasi basina yansimayacak kadar onemsizdir. Bu durum belki Irak savasi oncesinde de bundan cok daha iyi degildi, fakat bunun acik sebebi buyuk bir ulke gibi dusunme ve davranma yetimizi yitirmis olmamizdir.
-Turk Amerikan iliskileri Mart 2003 itibariyle bir daha geri alinamayacak bir darbe yemis, Suleymaniye'de askerlerimizin basina cuval gecirilip Turkiye'ye postalanmalarina kadar varan bir gerginlik olusmustur. Aciktir ki Turkiye bolgede stratejik ortak konumunu daha once kucumseyip onemsemedigi Pesmerge liderlerine kaptirmistir. Bunun sonucu Turkiye icin trajiktir. Turkiye savasin basladigi gun itibariyle takip ettigi "Irak'in toprak butunlugu" politikasini degistirmeye zorlanmistir. Hic bir buyuk ulke dis stratejilerini bu kadar kolay degistirmeye zorlanmamistir daha once. Daha da otesi, gecenlerde Amerikan Silahli Kuvetler jurnalinde yayinlanan makaleden acikca goruldugu gibi, Turkiye yavas yavas BOP'nin hedef tahtasina girmeye baslamistir.
-Turkiye Irak'in olusumunda hic bir soz sahibi olamamis, arkasina ABD yi alan bir takim kuvvetlerin Irak'i evirip cevirmesine seyirci kalmistir.
-Turkiye savasa katilmamasina ragmen, radikal dinci teror Istanbul'u, Kuzey Irak bazli ayrilikci Kurt gerillalarda silahli kuvetlerimizi vurmustur. 2003 yilindan bu yana sehit verilen asker sayisi bir savasi aratmamaktadir.
-Uzun lafin kisasi Turkiye gudulen ulke olmustur, dayatmalara karsi eli kolu baglidir.
Peki Turkiye savasa katilmayarak ne kazanmistir?
-Gecici bir sure icin Avrupa toplumuyla iliskilerimiz guclenmis, belki bu surec sonucunda AB muzakereleri baslatilmistir. Bugun goruldugu uzere bu pekisen iliskiler pek uzun soluklu olmamis, Avrupa'da Turkiye karsiti gorusler o gunden daha guclu hale gelmis ve karsilikli olarak Turkiye'de AB destegi dusmustur.
-Gecici bir sure icin demokrasinin zafer sarhoslugu yasanmis, Turkiye'nin bariscil yontemlerle Ortadogu cografyasinda varolabilecegi, hatta medeniyetler catismasinin onlenmesinde oncu olabilecegi hissi olusmustur. Bugun goruldugu gibi bu his aldaticidir, Ortadogu son 2000 bin senedir oldugu gibi hala yirtici bir cografyadir, medeniyetler catismasi hergun daha da yaklasmaktadir. Daha da otesi Turkiye'de ki demokratik surec Teror dalgasina karsi gelen tepkiler ve fasist, statukocu kesimlerin cabalari sayesinde ciddi sekteye ugramis, savasin basladigi gun oldugundan daha kotu bir noktaya gerilemistir.
-Turk milletinin vicdani rahattir.
Bu son madde bir bakima hakli, cunku Turk milleti isgalci zihniyetin parcasi olmayi red ederek, isgalin gunahlarindan uzak durmustur. Fakat bu vicdan, 'Bana dokunmayan yilan bin yil yasasin' vicdanidir, Irak'ta insanlar olmeye biz katilmasak da devam etmektedir. Ayrica Turk milleti son 1000 yildir isgal ile yasamistir, bu sadece bizin cografyamizin degil, dunyamizin gercegidir.
-Sonuc olarak bu savasa girmeyerek Turkiye Ortadoguda kendine daha fazla dost edinmemistir. Belki Iran & Suriye ile olan iliskilerimiz su an itibariyle daha guclenmistir fakat aciktir ki komsu ulkeler aralarindaki rekabeti sadece bir sure gizleyebilirler. Bu siyasetin gercegidir....
Tabi ki bu tartismanin bazi bilinmeyenleri de var,
-Turkiye bu savasa girseydi Istanbul'da birden fazla bomba olurmuydu? Bugun savasin ana kahramani olan ABD teror hedefi olmadigina gore, mesele taraf tutma meselesi degil tamamen bir guvenlik meselesidir. Evet daha feci saldirilar yasanabilirdi, guvenlik ve istihbarat birimlerimiz daha iyi olmadigi surece bu saldirilari onleyemezdik.
-Turkiye belirli bir guc gonderse kayip orani ne olurdu? Su an PKK terorune verdigimizden daha az veya daha fazla olabilirdi, ama benim kanim az olacagi yonunde, tabi bu surede PKK tamamen yok olabilirdi, cunku Barzani&Talabani bizimle isbirligine zorlanacaklardi, Amerikan istihbarati yanimizda olacakti. Unutmayalim ki Ocalan'i cani istediginde paketleyip bize veren ABD'dir.
-Turkiye'nin katkisi kabul gorurmuydu? Kuzey Irak Kurtleri ne dusunurdu? Turkiye Kurtleri ne dusunurdu? Katkimiz kabul gormeyebilirdi, netekim katilsak bizim gorev alanimiz guney Irak olacakti. Irak kurtlerinin ne dusundugu su an oldugundan cok daha az onemli olacakti. Cumhuriyete inanan ve kendini bu cumhuriyetin bir parcasi sayan Kurt asilli vatandaslar geri kalan vatandaslar gibi dusunecekti. Bu cumhuriyeti, bayragi istemeyen Kurt milliyetcileri Turkiye'nin hegamonya arayisinda oldugunu, soven oldugunu dusunecekti. Bugun farkli dusunmuyorlar....
Cok uzun oldu ama bitirebildiyseniz yorumlarinizi bekliyorum.
Mustafa
Bu baglamda oncelikle biraz geriye gidip daha onceki siyasi gelismelerde gostermis oldugumuz tutumlari yeniden gozden gecirmek gerekiyor diye dusunuyorum. Bugun yasananlarin isiginda daha once nerelerde yanildigimizi, nerelerde hakli ciktigimizi gormemiz onemli olacaktir. ...
Tarih Mart 2003, Irak savasi arifesinde diger yazarimiz Serim'le Atalanta da bir otel odasinda gelismeleri takip ediyoruz. Bizim icin o gunlerin kafa kurcalayan sorusu Turkiye'nin takinacagi (veya bir hafta once takinmis oldugu) tutum. Ben siddetli bir sekilde Turkiye'nin Irak savasina katilmasini ve Irak'a asker yollamasini savunuyorum. Turk kamoyu ve onun temsilcisi Turkiye Buyuk Millet Meclisi buna siddetle karsi. Savasa aktif olarak katilmak bir yana, Amerika'nin ve Basbakanin baskisina ragmen Amerikan askerlerinin Turk topraklarini kullanmasina bile izin cikmiyor, Turk demokrasisi adina gurur verici bir durum.
Oncelikle kesin olarak belirtmeliyim ki Turkiye'nin savasa katilmasini desteklemem, bu savasi, sebeplerini veya amacini desteklemem demek degildir. Tersine, her mantikli insan gibi Amerika'nin topraklarindan kilometrelerce otede yapacagi bu isgale kesinlikle karsiydim. Benim dusuncem, Turkiye'nin kendi iradesi ile onleyemeyecegi, dolayisiyla kacinilmaz olan bu savastan kendine en iyi cikarimi yapmasi gerektigi idi. Bu fikrimi arkadaslarima actigimda cok uzun tartismalar yasandi, ozetlemek gerekirse iki tarafin duruslari soyleydi:
Turkiye savasa girsin:
-Turkiye, Osmanli'dan aldigi mirasin sorumlulugu ile lider bir ulke gibi davranmali, hem siyasi hem askeri bakimdan kendi sinirlarini da ilgilendiren bu durumda kesinlikle pasif kalmamalidir.
-Turkiye uzun vadeli muttefiki ve cok yakin zamanda komsusu olmak uzere olan Amerika ile olan iliskilerini ikilemde birakmamali, stratejik ortak konumunu bir baskasina kaptirmamalidir (Barzani, Talabani, Kurdistan)
-Turkiye kendi sinir guvenligini garanti altina alabilmek icin gelecekte komsusu Irak ile olacak olan iliskilerini kendi baskin etkisi altina almalidir. Turkiye her buyuk devlet gibi etki alanini dusunmeli, Irak'taki askeri varliginin sayesinde eline gecek stratejik, psikolojik avantajlari degerlendirmeli, Irak'in gelecekteki yapisinin kurulmasinda soz sahibi olmalidir.
-Turkiye Irak'ta kendine tehlike teskil edebilecek olusumlari, baslamadan durdurabilmek icin Amerikan destegini, ancak karsiliginda bu yardimi vererek alabilir. Istihbarat bakimindan varligimiz onemlidir.
Turkiye savasa girmesin:
-Turkiye'nin isgalci bir gucun parcasi olmasi kabul edilemez. Savas sirasinda islenecek gunahlarin bir parcasi olamayiz
-Turkiye Ortadogu'da ki komsularina karsi kendini isgalci konumuna koymamalidir. Bir musluman toplumun bati tarafindan isgaline yardim tepki cekecektir.
-Isgal uzun vadede basarisizliga ugradiginda Turkiye sorumlu olmamalidir, buradaki direnisin ve radikal dinci orgutlerin hedefi olmamalidir.
-Turk askerinin hayatinin riske atilmasi goz onune alinamaz, bolgedeki direnisin tepkisi ile kaybedilecek askerlerin hesabini veremeyiz.
Simdi 3 sene sonra birer birer bu duruslari gozden gecirelim :
-Turkiye bugun itibariyle Ortadoguda olan etkisini tumuyle yitirmis, bolgenin yalniz ve cok acikca umursanmayan ulkesi halini almistir. Bugun ortadogu dengelerinde ipler Iran ve Suriye'nin eline gecmis, IKO toplantilarinda ilgi odagi Tayyip Erdogan degil Mahmud Ahmedinecad olmustur. Lubnan krizi ile ortaya ciktigi gibi Turkiye Basbakaninin demecleri, Turkiye'nin durusu, uluslararasi basina yansimayacak kadar onemsizdir. Bu durum belki Irak savasi oncesinde de bundan cok daha iyi degildi, fakat bunun acik sebebi buyuk bir ulke gibi dusunme ve davranma yetimizi yitirmis olmamizdir.
-Turk Amerikan iliskileri Mart 2003 itibariyle bir daha geri alinamayacak bir darbe yemis, Suleymaniye'de askerlerimizin basina cuval gecirilip Turkiye'ye postalanmalarina kadar varan bir gerginlik olusmustur. Aciktir ki Turkiye bolgede stratejik ortak konumunu daha once kucumseyip onemsemedigi Pesmerge liderlerine kaptirmistir. Bunun sonucu Turkiye icin trajiktir. Turkiye savasin basladigi gun itibariyle takip ettigi "Irak'in toprak butunlugu" politikasini degistirmeye zorlanmistir. Hic bir buyuk ulke dis stratejilerini bu kadar kolay degistirmeye zorlanmamistir daha once. Daha da otesi, gecenlerde Amerikan Silahli Kuvetler jurnalinde yayinlanan makaleden acikca goruldugu gibi, Turkiye yavas yavas BOP'nin hedef tahtasina girmeye baslamistir.
-Turkiye Irak'in olusumunda hic bir soz sahibi olamamis, arkasina ABD yi alan bir takim kuvvetlerin Irak'i evirip cevirmesine seyirci kalmistir.
-Turkiye savasa katilmamasina ragmen, radikal dinci teror Istanbul'u, Kuzey Irak bazli ayrilikci Kurt gerillalarda silahli kuvetlerimizi vurmustur. 2003 yilindan bu yana sehit verilen asker sayisi bir savasi aratmamaktadir.
-Uzun lafin kisasi Turkiye gudulen ulke olmustur, dayatmalara karsi eli kolu baglidir.
Peki Turkiye savasa katilmayarak ne kazanmistir?
-Gecici bir sure icin Avrupa toplumuyla iliskilerimiz guclenmis, belki bu surec sonucunda AB muzakereleri baslatilmistir. Bugun goruldugu uzere bu pekisen iliskiler pek uzun soluklu olmamis, Avrupa'da Turkiye karsiti gorusler o gunden daha guclu hale gelmis ve karsilikli olarak Turkiye'de AB destegi dusmustur.
-Gecici bir sure icin demokrasinin zafer sarhoslugu yasanmis, Turkiye'nin bariscil yontemlerle Ortadogu cografyasinda varolabilecegi, hatta medeniyetler catismasinin onlenmesinde oncu olabilecegi hissi olusmustur. Bugun goruldugu gibi bu his aldaticidir, Ortadogu son 2000 bin senedir oldugu gibi hala yirtici bir cografyadir, medeniyetler catismasi hergun daha da yaklasmaktadir. Daha da otesi Turkiye'de ki demokratik surec Teror dalgasina karsi gelen tepkiler ve fasist, statukocu kesimlerin cabalari sayesinde ciddi sekteye ugramis, savasin basladigi gun oldugundan daha kotu bir noktaya gerilemistir.
-Turk milletinin vicdani rahattir.
Bu son madde bir bakima hakli, cunku Turk milleti isgalci zihniyetin parcasi olmayi red ederek, isgalin gunahlarindan uzak durmustur. Fakat bu vicdan, 'Bana dokunmayan yilan bin yil yasasin' vicdanidir, Irak'ta insanlar olmeye biz katilmasak da devam etmektedir. Ayrica Turk milleti son 1000 yildir isgal ile yasamistir, bu sadece bizin cografyamizin degil, dunyamizin gercegidir.
-Sonuc olarak bu savasa girmeyerek Turkiye Ortadoguda kendine daha fazla dost edinmemistir. Belki Iran & Suriye ile olan iliskilerimiz su an itibariyle daha guclenmistir fakat aciktir ki komsu ulkeler aralarindaki rekabeti sadece bir sure gizleyebilirler. Bu siyasetin gercegidir....
Tabi ki bu tartismanin bazi bilinmeyenleri de var,
-Turkiye bu savasa girseydi Istanbul'da birden fazla bomba olurmuydu? Bugun savasin ana kahramani olan ABD teror hedefi olmadigina gore, mesele taraf tutma meselesi degil tamamen bir guvenlik meselesidir. Evet daha feci saldirilar yasanabilirdi, guvenlik ve istihbarat birimlerimiz daha iyi olmadigi surece bu saldirilari onleyemezdik.
-Turkiye belirli bir guc gonderse kayip orani ne olurdu? Su an PKK terorune verdigimizden daha az veya daha fazla olabilirdi, ama benim kanim az olacagi yonunde, tabi bu surede PKK tamamen yok olabilirdi, cunku Barzani&Talabani bizimle isbirligine zorlanacaklardi, Amerikan istihbarati yanimizda olacakti. Unutmayalim ki Ocalan'i cani istediginde paketleyip bize veren ABD'dir.
-Turkiye'nin katkisi kabul gorurmuydu? Kuzey Irak Kurtleri ne dusunurdu? Turkiye Kurtleri ne dusunurdu? Katkimiz kabul gormeyebilirdi, netekim katilsak bizim gorev alanimiz guney Irak olacakti. Irak kurtlerinin ne dusundugu su an oldugundan cok daha az onemli olacakti. Cumhuriyete inanan ve kendini bu cumhuriyetin bir parcasi sayan Kurt asilli vatandaslar geri kalan vatandaslar gibi dusunecekti. Bu cumhuriyeti, bayragi istemeyen Kurt milliyetcileri Turkiye'nin hegamonya arayisinda oldugunu, soven oldugunu dusunecekti. Bugun farkli dusunmuyorlar....
Cok uzun oldu ama bitirebildiyseniz yorumlarinizi bekliyorum.
Mustafa
2.8.06
Türkiye asker göndermeli mi?
"Zaman gazetesi yazari Ali Bulac'in 02.08.2006 tarihli yazisina bir cok bakimdan katilmaktayim. Not etmek gerekir ki Afganistan'da ki baris gucunde Turkiye'nin oynadigi rol konusunda soylediklerine katilmiyorum. Bana kalirsa Afganistan'da Taliban rejiminin devami insanlik adina buyuk bir ayip olurdu. Bugun Afganistan'da ki durum Rus isgali veya Taliban devriminden daha kotu demek yanlis olur bence. Onun disinda Lubnan ile ilgili tartismaya kesinlikle katiliyorum. Turkiye'nin Israil'in pisligini temizleyip Hizbullahi bastirmaya asker gondermesi kabul edilemez, oncelikle kendi sorunlarimiza egilmemiz dogrudur. Daha da onemlisi BOP'nin Ortadogu insanina, Islam'a, ve Turkiye'ye verdigi zarar kabul edilemez." -Mustafa
Pazartesi günkü yazıda Hizbullah’ın, İsrail’i 2-3 ay öncesinden operasyon yapmaya zorladığını yazmıştım. Bu, hiç kuşkusuz birçok hesabı altüst etti. Şimdi buna karşı Amerika-İngiltere-İsrail hattının nasıl bir hamle yapmaya çalıştığına yakından bakalım:
İsrail’in muazzam bir hava üstünlüğüne sahip olduğu doğru. Hizbullah da uzun soluklu bir savaşa hazırlandığını söylüyor. Şu anda İsrail, kimyasal silah, misket bombaları ve lazer kullanarak çok sayıda sivil öldürmekten başka bir şey yapamıyor. Destan yazan ve kahramanca direnen Müslüman Arapları “korkaklıkla” suçlayan “bir kısım medya köşe yazarları”, bilmiyorlar ki, aslında bizi-Türkiye’yi/Anadolu’yu savunuyorlar; çünkü BOP çerçevesinde sıra bize de gelecektir. Hizbullah’ın birinci amacı, İsrail’i erken hareket etmeye zorlamak, ikinci amacı İsrail kara ordusunu Lübnan içlerine çekmek. Bu ise İsrail’in en büyük korkusu.
Hedef seçilerek öldürülen 4 gözlemcisi için “kınama kararı” bile almaktan aciz BM, 1559 sayılı kararla, Lübnan silahlı kuvvetlerinin bütün Lübnan’a hakim olmasını, yabancı askerlerin Lübnan’dan çekilmesi (Suriye askeri kastediliyordu, bu sağlandı) ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını istemişti. Hizbullah, herhangi bir “örgüt” değildir; Lübnan nüfusunun yüzde 35’ini teşkil eden Müslüman Şii nüfusun içinden çıkmıştır; siyasi bir partidir, parlamentoda ve yerel yönetimlerde temsil edilmektedir; üstelik sosyal hayatın sivil dokusunu elinde bulundurmaktadır. Bir bölgede, mesela il meclisi seçimlerinde 11 üye kazandığı halde, 5’ini Hıristiyanlara vermiştir. Dediği şu: “Nüfus olarak çoğunluk olmamız, azınlığı ezmemiz anlamına gelmez.” Bunun anlamını bizim açgözlü oy hırsızları bilemez. Bu açıdan Hıristiyanlar dahil Sünni, Dürzi ve Emel Örgütü Hizbullah’ı desteklemektedir. Amerika, Lübnan ordusuna 10 milyon dolar vererek Hizbullah’a karşı tavır almasını sağlamaya çalışıyor. Bu aşamada Lübnan Hıristiyanlarının Müslümanlara ihanet etmeleri zayıf bir ihtimal; eğer İsrail’in saldırılarını “fırsat” bilip Hıristiyanlar ABD ve İsrail yanında yer alacak olurlarsa, Lübnan için yeni ve uzun sürecek bir iç savaşa davetiye çıkarmış olacaklardır.
Lübnan’da geniş ve köklü dayanakları olan Hizbullah’ı söküp atmak öyle sanıldığı kadar kolay değil. Kara savaşında İsrail’in ağır darbe yemesi muhtemeldir. Amerika ve Fransa da, “şartlı refleks” gösterip 350 askerlerinin havaya uçurulmasını unutmuş değildirler. Bu durumda Hizbullah’ı söküp atmanın tek bir yolu kalıyor geriye, o da Lübnan’ın güneyine “Uluslararası Barış Gücü”nü konuşlandırmak.
Barış Gücü ya “barışa zorlamak” veya “sağlanmış bir barışı idame ettirmek” üzere bir yere girer. Anlaşılan şu ki, Lübnan’a gönderilmek istenen gücün işi “Hizbullah’ı barışa zorlamak” olacaktır. Oysa Hizbullah liderlerinden Fadlallah haklı olarak “Barış gücü isteniyorsa, bu İsrail’in kuzeyine gönderilsin; çünkü bize saldıran ve barışı bozan İsrail’dir.” diyor.
Türkiye’nin İsrail’e koruyucu kalkan olacak ve Hizbullah’ı tasfiye etme amacıyla kullanılacak bir güce asker göndermesi veya böyle bir askerî güç içinde yer alması büyük bir hata olacaktır. Son günlerde Başbakan “Afganistan’da nasıl teröre karşı savaşılıyorsa...” diye başlayan cümleler kullanıyor. Herkes biliyor ki, Amerika veya NATO, haksız bir biçimde Afganistan’da mevcut durumu daha da içinden çıkılmaz noktaya taşıdılar. Yazık ki Türkiye de bu haksızlığın bir parçası içerisinde yer almıştır. Bizi platonik aşkla seven Pakistan ve Afgan halkının gözünde bizim itibarımız her geçen gün biraz daha düşüyor. Bize Kurtuluş Savaşı’nda bileziklerini, yüzüklerini gönderen Afgan halkına karşı aldığımız bu tutum utanç vericidir. Aynı utanç verici duruma Lübnan’da düşmeyelim. Daha geçen yüzyılda Lübnan bizimdi, bugün işgalcilerin yanında ve stratejik çıkarlarına hizmet etmek üzere oraya asker gönderemeyiz. Din, tarih, Müslümanların ve ezilenlerin vicdanı bunu asla affetmeyecektir
Pazartesi günkü yazıda Hizbullah’ın, İsrail’i 2-3 ay öncesinden operasyon yapmaya zorladığını yazmıştım. Bu, hiç kuşkusuz birçok hesabı altüst etti. Şimdi buna karşı Amerika-İngiltere-İsrail hattının nasıl bir hamle yapmaya çalıştığına yakından bakalım:
İsrail’in muazzam bir hava üstünlüğüne sahip olduğu doğru. Hizbullah da uzun soluklu bir savaşa hazırlandığını söylüyor. Şu anda İsrail, kimyasal silah, misket bombaları ve lazer kullanarak çok sayıda sivil öldürmekten başka bir şey yapamıyor. Destan yazan ve kahramanca direnen Müslüman Arapları “korkaklıkla” suçlayan “bir kısım medya köşe yazarları”, bilmiyorlar ki, aslında bizi-Türkiye’yi/Anadolu’yu savunuyorlar; çünkü BOP çerçevesinde sıra bize de gelecektir. Hizbullah’ın birinci amacı, İsrail’i erken hareket etmeye zorlamak, ikinci amacı İsrail kara ordusunu Lübnan içlerine çekmek. Bu ise İsrail’in en büyük korkusu.
Hedef seçilerek öldürülen 4 gözlemcisi için “kınama kararı” bile almaktan aciz BM, 1559 sayılı kararla, Lübnan silahlı kuvvetlerinin bütün Lübnan’a hakim olmasını, yabancı askerlerin Lübnan’dan çekilmesi (Suriye askeri kastediliyordu, bu sağlandı) ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını istemişti. Hizbullah, herhangi bir “örgüt” değildir; Lübnan nüfusunun yüzde 35’ini teşkil eden Müslüman Şii nüfusun içinden çıkmıştır; siyasi bir partidir, parlamentoda ve yerel yönetimlerde temsil edilmektedir; üstelik sosyal hayatın sivil dokusunu elinde bulundurmaktadır. Bir bölgede, mesela il meclisi seçimlerinde 11 üye kazandığı halde, 5’ini Hıristiyanlara vermiştir. Dediği şu: “Nüfus olarak çoğunluk olmamız, azınlığı ezmemiz anlamına gelmez.” Bunun anlamını bizim açgözlü oy hırsızları bilemez. Bu açıdan Hıristiyanlar dahil Sünni, Dürzi ve Emel Örgütü Hizbullah’ı desteklemektedir. Amerika, Lübnan ordusuna 10 milyon dolar vererek Hizbullah’a karşı tavır almasını sağlamaya çalışıyor. Bu aşamada Lübnan Hıristiyanlarının Müslümanlara ihanet etmeleri zayıf bir ihtimal; eğer İsrail’in saldırılarını “fırsat” bilip Hıristiyanlar ABD ve İsrail yanında yer alacak olurlarsa, Lübnan için yeni ve uzun sürecek bir iç savaşa davetiye çıkarmış olacaklardır.
Lübnan’da geniş ve köklü dayanakları olan Hizbullah’ı söküp atmak öyle sanıldığı kadar kolay değil. Kara savaşında İsrail’in ağır darbe yemesi muhtemeldir. Amerika ve Fransa da, “şartlı refleks” gösterip 350 askerlerinin havaya uçurulmasını unutmuş değildirler. Bu durumda Hizbullah’ı söküp atmanın tek bir yolu kalıyor geriye, o da Lübnan’ın güneyine “Uluslararası Barış Gücü”nü konuşlandırmak.
Barış Gücü ya “barışa zorlamak” veya “sağlanmış bir barışı idame ettirmek” üzere bir yere girer. Anlaşılan şu ki, Lübnan’a gönderilmek istenen gücün işi “Hizbullah’ı barışa zorlamak” olacaktır. Oysa Hizbullah liderlerinden Fadlallah haklı olarak “Barış gücü isteniyorsa, bu İsrail’in kuzeyine gönderilsin; çünkü bize saldıran ve barışı bozan İsrail’dir.” diyor.
Türkiye’nin İsrail’e koruyucu kalkan olacak ve Hizbullah’ı tasfiye etme amacıyla kullanılacak bir güce asker göndermesi veya böyle bir askerî güç içinde yer alması büyük bir hata olacaktır. Son günlerde Başbakan “Afganistan’da nasıl teröre karşı savaşılıyorsa...” diye başlayan cümleler kullanıyor. Herkes biliyor ki, Amerika veya NATO, haksız bir biçimde Afganistan’da mevcut durumu daha da içinden çıkılmaz noktaya taşıdılar. Yazık ki Türkiye de bu haksızlığın bir parçası içerisinde yer almıştır. Bizi platonik aşkla seven Pakistan ve Afgan halkının gözünde bizim itibarımız her geçen gün biraz daha düşüyor. Bize Kurtuluş Savaşı’nda bileziklerini, yüzüklerini gönderen Afgan halkına karşı aldığımız bu tutum utanç vericidir. Aynı utanç verici duruma Lübnan’da düşmeyelim. Daha geçen yüzyılda Lübnan bizimdi, bugün işgalcilerin yanında ve stratejik çıkarlarına hizmet etmek üzere oraya asker gönderemeyiz. Din, tarih, Müslümanların ve ezilenlerin vicdanı bunu asla affetmeyecektir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)