15.6.05
Orta Asya Nasil Kaybedilir
Merhum Turgut Ozal ozellikle Orta Asya ulkeleri ile iliskilerimizi ve isbirligimizi gelistirmek icin cok ugrasmis ama maalasef omru yetmemistir. Ondan sonra Demirel birkac sembolik ziyaret yapmasi disinda Orta Asya daki Turki Cumhuriyetlerinle ilgili uzun ve orta vadeli bir strateji gelistirilmemis, ozellikle Ozbekistan ve Azerbaycan ile iliskilerimizde gerileme olmustur. Turkiyenin bu genc ulkelere bir ornek ve destek olmasi gerekirken, etliye sutluye karismadan Orta Asya daki diktatorlerin ve baskici rejimlerin yesermesine seyirci kalinmistir.
Orta Asya daki Cumhuriyetler belki bugun cok buyuk bir oneme ve ekonomik guce sahip olmasalarda, dogal kaynaklari ve Sovyetlerden kalma altyapilari ile buyuk bir potansiyele sahiptirler. Bu bizim AB ye mahkum olmus dis politikamiz icin uzun vadeli bir cikis yolu ve alternatiftir.
AKP hukumeti tarafindan yurutulen komsula yeniden yaklasim ve sifir sorun politikasi gercekten cok geciken ama onemli bir baslangictir ama Turkiyenin kapasitesi acisindan yeterli degildir. Ozellikle buyuk kulturel ve tarihsel baglarimiz olan Orta Asya Cumhuriyetleri ile iliskilerimizde yeni atak stratejiler belirlenmelidir.
Allahtan sonunda beklenen tepkiler ve patlamalar olmus ve Orta Asya halki, Kirgizistan ve Ozbekistan da goruldugu gibi degisim istegini acik bir sekilde belirtmistir. Ama ne yazik ki yine Turkiye den bu konuda hicbir tepki veya destek gelmemistir.Ozellikle sozde "demokrasi" ve "ozgurlukleri" benimseyen "Bush doktrin"i kullanilarak A.B.D. ile Orta Asya da reform icin sikistirilmali ve ortak calismalar yapilmalidir. Yozlasmis, yolsuzluk icinde yuzen, vizyonsuz bir Orta Asya nin ne bu Cumhuriyetlerin halklarina, ne Turkiye ye ne de Dunya ya hicbir yarari yoktur ve Orta Asya daki rejimler yakinda surdurulemez bir duruma gelicektir.
Bu stratejik atak sadece Turkiyenin uluslarasi platformdaki onemini arttirmakla kalmaz Orta Asya da olusmasi muhtemel demokratik rejimlerin ve halkin Turkiye ye cok farkli bir sekilde bakmasini saglar. Firsat bu firsattir ve Basbakan basta olmak uzere hukumet Turkiye nin Orta Asya ya verdigi onemi ve demokratik reform isteklerini aciklamalari, yozlasmis diktatorlerin degil, bu ulkelerin halklarinin yaninda oldugunu belirtmeleri ve bu konularda uluslararasi arenada gerekli girisimlerde bulunmalari lazimdir yoksa Orta Asya ve stratejik onemi buyuk olan Turki Cumhuriyetleri birkez daha kaybedilecektir. Turkiyenin yeni acilimlarla onunun acilmasini sadece bu cok yonlu stratejik planlama saglayabilir.
7.6.05
Bogaz Dokuz Bogum...
"Devrim kanunlarini yenileyip, esi basortulu olanlara cumhurbaskanligi yolunu kapatalim!"
Peki Demirel niye soyledi bunlari? Daha da onemlisi niye boyle bir zamanlama ile soyledi?
Demirel'in bunca yillik Turk siyaseti tecrubesini goz onunde bulundurarak, boylesine tartismali bir fikri cumhurbaskani secimlerinden iki yil once ortaya atmasinin rastlantisal olmadigi kanaatine varmamak mumkun degil. Belli ki Demirel'in ortaya boylesine sert, bir cok kisiyi uzecek, eski populist gunlerinden uzak bir tavirla cikmasinin altinda ciddi sebepler var. Tahmin ediyorumki Demirel'in kulagina cumhurbaskanligi secimi ile ilgili bazi seyler gitti! Eger birileri ona fisildamadiysa da kafasinda bu konuda ciddi endiseler olustu! Askeri darbe ile hapis yatmis, defalarca basbakanlik yapmis, secimlere katilmis olan bir siyasetcinin kafasini bu kadar kurcalayan nedir peki?
Bana kalirsa Demirel'in yaptigi cikis iyi dusunulmus bir amaca hizmet ediyor. Bu amac cumhurbaskani konusunu gectigimiz donemde oldugu gibi oldu bittiye getirmemek. Daha cumhurbaskanligi doneminin bitmesine iki yil gibi bir sure varken bu aciklamanin gelmesi kazanin altina atesi yakmaktan baska birsey degil. Demirel kazan kaynasin istiyor, tartisma kamuoyuna (bu kelime nasil yazilir yahu?) yansisin, adaylarin eksileri, artilari halkin onunde tartisilsin ve en onemlisi eger AKP'nin kafasindan laik duzeni iyi temsil edecegi tartismali olan isimler geciyorsa bu cabalar desifre edilsin ve AKP'nin eli baglansin istiyor. Saniyorum ki Demirel'in kulagina AKP'nin cumhurbaskani konusunda turbanli bir adaya sicak baktigi gibi birseyler geldi veya Demirel her halikarda bu riski goz onunde bulundurup kendi siyasi populeritesini feda ederek laik duzene buyuk bir hizmet yapti.
Inaniyorum ki aramizda bircok kisi saygin kisiligi ve Turk devlet degerlerini istikrarla temsil etmesi bakimindan Ahmet Necdet Sezer'e sempati beslese bile ara sira cumhurbaskaninin ismini unutmus olmanin utancini yasiyordur. Turkiye Cumhuriyetinin en yuksek siyasi merci, devletin lideri ve temsilcisi gecen hukumet doneminde tam anlamiyla pasifize edilmistir. Aslinda bu siyasal by-pass in bas sorumlusu Suleyman Demirel'in ta kendisidir. Turgut Ozal'in cumhurbaskanligi doneminde basbakanlik yapan Demirel, o zamanki rakibi Ozal'a en buyuk darbeyi cumhurbaskaninin yetkilerini sinirlayarak getirmistir. Daha da otesi, kendi cumhurbaskanligi donemi sona ermeye yuz tutarken yeni cumhurbaskani seciminin adeta "kimi secsek isimize daha az karisir" diye dusunulerek yapilmis olmasina seyirci kalmistir. Sanirim Koskun eski sakini, bu yuce merciin 5 senelik siyasal populerite erozyonu yasamasina uzulmus ve bu mercii su anki konumuna getirmis olmanin bir nevi pismanligini hissetmis olacak ki, koskun bir sonraki donemde elle tutulur bir siyasi otorite olmasi icin caba sarfetmeye baslamistir. "Demokrasilerde care tukenmez" gibi her kaliba uyan bir siyasi sloganla populer beklentileri demokratik kaliplara sokmakta usta olan Demirel'in daha onceki tarzi ile bire bir zit bir tavirla, koskte turbanla ilgili olarak kendini tartismanin ortasina atmasi bence baska hic bir sekilde aciklanamaz. Uzun lafin kisasi bircogumuz gibi Demirel de sonunda Turkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaskaninin daha aktif bir siyasi role burunmus olmasinin gerekli olacagini anlamis gozukuyor. Bunlari soyledikten sonra Demirel'e bu fedakarligindan ve ileri goruslulugunden dolayi tesekkur edip bizi asil ilgilendiren konuya, yani cumhurbaskaninin secimine geciyorum.
Oncelikli sorular sunlar: Cumhurbaskani esi turbanli olabilir mi? olmali?
Bugun Turkiye anayasasi cumhurbaskanligi mevkisi ile ilgili tanimlarini acik ve net bir sekilde yapmis, cumhurbaskani veya esinin giyimiyle ilgili bir duzenleme getirmemistir. Diger bircok demokrasilerde oldugu gibi Turkiye'de de kanun onunde aday olma hakkina sahip olan her vatandas cumhurbaskani olabilir. Fakat bunun otesinde devlet liderleri devletin zamansizligini ve surekliligini yansitmasi bakimindan belirli bir siyasi gelenek icinden cikarlar. Turkiye'de bu gelenegin kokleri Cumhuriyet devrimimize dayanmakta ve devrim kanunlari ile tanimlanmaktadir. Bu kanunlar icinde cumhurbaskani ve ailesinin giyimi ile ilgili bir madde bulunmasa bile Turk toplumunun giyim adetini degistirmeyi amaclayan kiyafet kanunlari bulunmaktadir ve Turk toplumunun temsilcisinin bu amaclari en yuksek sekilde simgelemesi gerekliligi kanun maddesi ile vurgulanmasina gerek olmadan anlasilmis ve gelengimizin bir parcasi olmustur. Bu sebeple cumhurbaskanimizin ailesinin bundan onceki donemlerde oldugu gibi bu kimligi yansitacak kisiler olmasi gerekliligi suphesizdir. Bu mevkiye getirilecek kisinin ailesinin giyiminin onemli olmadigini varsaymak, ulkenin siyasi gelenegini ve dolayisiyla temel degerlerini onemsememek demek olacagi icin bu tarz bir yaklasim kabul edilemez. Demirel'in devrim kanunlarini degistirme fikrinin de iste bu sebepten dolayi kabul edilemez oldugunu gormek gerekir, basbakanin soyledigi gibi "devrim kanunlari yapboz tahtasi degildir".
Siyasi gelenek sureklilik gerektiren ve sureklilikte topluma getireliri olan bir kurumdur, bu kurumun zarar gormesi, Turkiye'nin her acidan zarar gormesi demektir. Cumhurbaskaninin karisinin turban takamamasi soz konusu degil, takmamasi soz konusudur. Bu konuyu bir insan haklari meselesi olarak gormek sinsilikten baska bir yaklasim olamaz. Su anki basbakanimizin esinin basini kapatma ozgurlugu tartisilamaz, fakat su anki basbakaninin cumhurbaskanligi mercii icin uygun olup olmadigi tartisilabilir. Bu konu haklarla degil, gelenekler ve uzun vadeli cikarlarla ilgilidir. Bugun yonetimde olan siyasi irade esi kapali bir cumhurbaskani secmeye ozgurdur, fakat bu yonde bir karar vermeleri Turkiye'nin temellerini ve siyasal gelenegini degistirmek olacagi icin bu karari vermeden once bu degisimin gerekliligine butun ulusu inandirmis ve onayini almis olmalari gereklidir. Bu karar hukumetler arasi bir ulusal mutabakat demektir ve bana kalirsa AKP'nin iki sene icinde bu mutabakata varmasi fiziksel olarak mumkun olmadigi icin esi kapali bir cumhurbaskani adayiyla ortaya cikmalari cok buyuk bir yanlis olup, devlete, AKPye ve butun ulusumuza zarar verecektir.
Bugun Turkiye'de yuzde 40-50 arasi bir grup ulkenin kendini tanimladigi sekli benimsememisse mutlak bu tanimda bazi sorunlar vardir fakat Turkiye'nin ne oldugunun, Turkiye ulusal kimliginin ne oldugunun tartismasi onemli ve gerekli oldugu kadar bu kadar basite de indirgenemez.
Bu sebeplerin AKP hukumeti icin yeterince acik olduguna inandigimdan dolayi onumuzdeki cumhurbaskani doneminde boyle bir girisimde bulunmayacaklarini dusunuyorum. Fakat Demirel'in ortaya bu konuyu atmasindan anlasiliyor ki bir sonraki cumhurbaskanligi doneminde yine ayni tartismalar yasanacaktir ve Turkiye'nin hali hazirdaki imajini ve siyasal gelenegini surdurmesi gerektigine inananlar bir daha ki sefere toplumsal munazaranin daha agir basan tarafi olmak durumundadir. Benim kisisel gorusum Turkiye'nin mevcut siyasal geleneginin demoksiyle ve halkimizin devrim oncesi yasami ve kulturu ile daha organik bir baginin bulunabilecegi yonundedir. Ote yandan siyasal gelenegi yaratan sey surekliliktir ve ulkemizdeki mevcut duzenin sorumlulugunu ve eksikleri olsada gururunu hisseden biri olarak bu gelisimlerin sureklilik cercevesi icinde yapilabilecegine olan inancim sonsuzdur. Bir diger inancim da bu degisimlerin aslan payinin, AKP'nin ait oldugu siyasal kanat tarafindan degil, ulkenin yeni olusacak solu tarafindan gerceklestirilecek olmasidir. ama biliyorum ki ben fazla iyimser biriyim....
Bugun gazeteden...
Dunku yazimin ustune bugun gazetede Baykal'in soyledikerini gormek ilgi cekiciydi. Tabi herkes Baykal'in veya herhangi bir odagin bu cikisi yapmasini bekliyordu fakat terorun hortlamasina karsi "dis onlemler"in yeterince alinamadigini soylemesi benim yazdiklarimla paralellik olusturuyor diye dusunuyorum.
Baykal iyi bir cikis yapiyor. Bu konunun uzerine gitmesi lazim, fakat bu firsati AKP ye darbe indirme firsati olarak gorup kotuye kullanirsa hepimize kotuluk etmis olur....
buyrun okuyun:
http://www.hurriyetim.com.tr/haber/0,,sid~1@w~2@nvid~587626,00.asp
Diger taraftan hemen bu Baykal haberinin yaninda Bush-Erdogan gorusmesiyle ilgili bir haberde yayinlanmis. Turkiye'nin Bush doktrini icinde azimsanamayacak bir jeo-kulturel-politik onemi oldugu fikrinin bir kez daha altini cizdigini dusundugum icin o haberi de okumanizi tavisiye ediyorum. Bu iki haberin dunku yazidan sonra yan yana cikmasi ilginc bir rastlanti :P
http://www.hurriyetim.com.tr/haber/0,,sid~1@w~3@nvid~587623,00.asp
5.6.05
TURKIYE'NIN JEO-POLITIK ONEMI SONA ERMEDI! DUGMEYE BASMA SIRASI BIZDE!
Turkiyenin jeopolitik (geopolitic) onemi daha ilkogretim cagindan baslayarak her vatandasimiza alti cizilerek ogretilmistir. Peki nedir Turkiye'nin jeopolitik onemi?
Hatirlarsinizki ilkogretim "milli" cografya kitaplarinin bir bolumu ayni bu konu basligi altinda toplanmis, butun genclerimize 'buyuk devletler stratejisine giris' iceriginde bir ders vermekteydi. Isin asli su ki, ilkokul kitaplarinda yer alan tanim Turkiye'nin Birinci Dunya Harbi sirasindaki jeopolitik onemini anlatiyordu. Bogazlarin kontrolunde olmak, Avrupa ile Asya arasinda bir kopru durumunda olmak gibi bazi cografi avantajlarimizin ulkemizi stratejik bir konuma tasidigi fikri aslinda gerceklere Cumhuriyet tarihimizin neredeyse hic bir bolumunde yansimadi. Turkiyenin topraklari uzerindeki tarih ve kultur birikimi, Asya ile Avrupa arasindaki sikismis konumu bize sadece turizm acisindan ufak bir fayda saglarken, bir cok acidan, en onemlisi guvenlik acisindan her zaman zarar getirdi.
Halbuki ilkogretim kitaplarinda atlanilan, fakat Turkiye'nin 1945-1991 arasi tek jeopolitik onemi olan ozelligimiz Sovyetler Birligine komsu olmakti. Bu ozellik bizi Amerikan yardimlari listesinde ust siralara tasimanin yani sira bir Nato uyesi olmamiza, Cumhuriyet devrimleriyle baslattigimiz Avrupa'ya yakinlasma amacina yardim sagladi. Ote yandan bu donem icinde ulkemizin ic politikalari buyuk devletlerin soguk savas stratejilerine maşa haline geldi ve ulkemizin hakiki bir insan haklari gelisimi kaydetmesine her zaman engel oldu. Turk solu kirbaclandi, Turk egitimi manipule edilip darbe gordu, Turkiye'nin egemenligi neredeyse kagit uzerine indirgendi. Amerikan yardiminin fiyati agir oldu: Turkiye ekonomik ve politik bagimliliklari olan bir ulke haline geldi. Turk halkinin kendi kaderini tayin etme sansi hokkabaz ustaligiyla ellerinden alindi. Turk demokrasisi, dunyadaki demokrasi savasi ugruna feda edildi. Bati dunyasi adina kursunu biz aldik, karsiliginda ne aldigimiz ise 3 ekimden sonra daha netlesecek.
Peki soguk savas doneminin sonu Turkiye'nin jeopolitik oneminin sonu mu demek oluyor?;
Bu sorunun cevabi bana gore hayir.
Ikinci Dunya Savasinda Nazilere, Soguk Savas sirasinda Sovyetlere karsi yaratilan dunya duzeninin yeni bir versiyonu "Bush doktrini" olarak tekrar karsimiza cikmis durumda. Bu yeni buyuk devletler stratejisi icinde Turkiye yine dusmana karsi on safha olma ozelligini koruyor. Gecen iki sene icinde baskan Bush'un seytan mihveri (axis of evil) olarak adlandirdigi yeni dusmanlar grubunun iki uyesi, Irak ve Iran ayni zamanda bu gruba katilmasi en kuvvetli aday olan Suriye, Turkiyenin guneydeki komsulari. Bunun otesinde Turkiye, terorle olan tecrubesi, radikal islamla olan tecrubesi, laik duzende yasayan Musluman toplumu, orta asyadaki stratejik-ekonomik onemi artmis ve radikal islamin tehtidinde olan devletlere olan kulturel baglari ve en nihayetinde barindirdigi sahin politikacilari sayesinde Amerika acisindan yepyeni bir jeo-kultur-politik onem kazanmis durumda.
Bircoklari dunyada degisen savas ve strateji metodlari bakimindan artik cografi konumun ulkelerin politik onemlerine olan etkisinin azalmakta oldugunu ve dolayisiyla Turkiye'nin bu ozelliklerinin gercek anlamda bir onem ifade etmedigini dusunsede ben bu dusunceye katilmiyorum. Bana kalirsa yukarida saydigim sebepler Turkiye'nin yeni dunya dengelerinde onemini arttirmak, ve hatta soguk savas doneminden yuksek bir seviyeye getirmek icin yeterli gozukuyor.
Bizim su anda yapmamiz gereken sey soguk savas donemindeki rolumuzun ulkemize yukarida bahsettigim getirilerini ve goturulerini alt alta koyup, Turkiye'nin bu yeni jeo-politik onemleri sahiplenmesinin ulkemizin gelecegi acisindan iyi mi yoksa kotu mu olacagini dusunmek. Benim bu konudaki tavsiyem orta yolu bulmak; yani hem bu onemleri sahiplenip ve getirilerini alip, hemde bize olan negatif etkilerini yok etmek. Yani ne yardan ne serden vazgecmemek.
Fakat yeni duzen icinde Turkiye, soguk savas duzeninde yaptigi cengaverligi yapmayarak, yani Irak'taki isgale katilmayarak kendi jeopolitik avantajindan feragat etmis gozukuyor. Ben savas oncesi Turkiye'nin savasa girmesinden yana oldugumu defalarca aktarmistim; bugun soylediklerimden yana duruyorum. Turkiye savasa girmemis olsa bile Istanbul saldirilari ile Al-Kaide'nin hedefi olmus, su an PKK'nin oldurmekte oldugu ve Irakta guvenligini saglayamadigimiz icin olen vatandaslarimizla beraber kaybimiz savasa girmemiz durumundaki kaybimizla karsilastirabilecek seviyelere gelmistir. Ote yandan, bu kararimizla 28 milyarlik ekonomik, Irakta daha soz sahibi olma bakimindan politik, ve Amerika ile iyi iliskilerde olma bakimindan stratejik bir cok avantajimizi kaybetmeye yaklastigimiza inaniyorum. Turkiye, son iki senedeki ekonomik ve demokratik basari ile, bu avantajlar olmadanda ileri gidebilecegini gostermis olsada ben bu ilerlemenin avantajlarimizi koruyarak basarilabilmis olacagini dusunuyorum.
Tabi ote yandan, millet iradesiyle meclisimizin aldigi karar bizi bu isgalden uzak tutmus olsada, Incirlik ve Nato ile olan sorumluluklarimiz ve devletin uzun vadeli politikalarini kollayan merciler sayesinde Turkiye yine savasa bir taraf olmus, sadece onemli bir taraf olamamistir. Iste yapilan en buyuk bir gafletde budur.
Bugun Turkiye bu yeni jeopolitik onemlerin farkina varip sahiplenmezse ve getirilerinden yararlanmazsa buyuk bir firsat kacirmis olur cunku bu onemler yabanci oyuncular tarafindan gozlenmekte ve Turkiye kendi iradesi disinda oyunun icine her halikarda cekilmektedir. Sonucta degisen tek sey, ister istemez icinde bulunacagimiz bir savasa hazirliksiz girmemiz, ve bu savasin gelirlerini alamazken, giderlerine ortak olmamizdir.
Iste Tayyip Erdogan'in soyledigi "dugmeye basma" meselesinin ucu bu konuya dayanmaktadir.Amerikan yonetiminde olan Wolfowitz, Rumsfeld, Cheney ve Rice gibi sahinler Turkiye'nin bizim sahiplenmeyi red ettigimiz oneminin farkinda olduklari gibi, bu onemleri kendi stratejik oyunlarinda kullanmanin hesaplarini mutlak yapmislardir. Turkiye'nin yeni dunya duzeninin vakumuna cekilmesi, hic kuskusuz ki soguk savasta oldugu gibi ic islerine yapilan mudahale ile saglanabilir. Yurt disinda memnun olmadigi hukumetleri dusurmeyi guvenlik planinin ilk paragrafina tasiyan Amerika, bu oyunu Turkiye'ye hic gostermeden oynamaktan cekinmeyecektir. Netekim Amerika'nin PKK ya karsi operasyon konusunda iki yuzlu yaklasimlari ve son dort ayda sayilari 50-60 yaklasan sehitlerimiz bu oyunu oynamaya basladiklarinin bir gostergesidir. Bugun Turkiye'de demokratik adimlar atilip PKK'nin gucu bu kadar zayiflamisken inanilmaz bir zamanlama ile ulkenin milli kimliginin tartismada oldugu bir sirada PKK nin yeniden patlamasi, ulke icindeki atese korukle gidip tahrik etme cabasindan baska bir sey degildir. Bu tahriklerin sonucunda ulkede Amerikan planlarina katilmak istemeyenler, (AKP/CHP) icerideki guclerini yitireceklerdir. Aslinda Turkiye'de son bir kac ayda olanlarda bunu gostermektedir. Hic yoktan patlayan bazi sorunlar, Turk devletindeki sahinleri, (DYP-Mehmet Agar) guclendirmis, Turkiye'yi hic olmadik zamanda siyasal ic rekabetin tuzagina dusurmustur. Elbetteki Turkiyedeki sahinlerin guclenmesi su siralarda Amerikadaki sahinlerin isine gelecektir; kendi dillerinden anlayan, eli agir ve body guard gibi cengaver bir Turkiye! Hemde dahasi, ise gec kalmis, elinde kozu olmayan, ne yaptigini bilmeyen bir Turkiye!
Simdi bana donup, "Nasil olsa bizi icine cekecekleri icin, biz gonullu mu olalim yani?" diye sorabilirsiniz. Cevabim tabi ki hayir. Basta soyledigim gibi en iyi strateji orta yolu izlemekten gecer; Yeni dunya duzeninde bilincli bi sekilde yerimizi almak ve bu davranisimizin getirisini fazlasiyla somurerek her alanda toplamak; ulkemizin uzun vadede guvenligini saglayacak adimlari bu cercevede dunyaya kabul ettirerek atmak; ic islerimizin masa olmasini, icerideki tahriklerin kaynaklarini desifre ederek ve ustune giderek engellemek, demokratik ve ekonomik adimlari hizla atmak ve en onemlisi ulkemizin hemen hemen kagida indirgenen egemenligini tam anlamiyla yeniden kazanmak ve bir sonraki dunya duzeni degismine buyuk bir oyuncu olarak girmek.
Bu yazinin farkli kutuplardan etkilenen bir paranoya urunu oldugunu dusunebilirsiniz. Ozellikle "dugmeye basmak- Trabzon - Amerika - Agar (vs.)" baglantilarinin biraz fazla esnek oldugunu dusunebilirsiniz fakat bu baglantilar gecerli olmasa bile genis vizyonda Turkiye'nin yol haritasi degismeyecek. Stratejilerimizi daha detayli ve daha ileriye donuk dusunmek zorundayiz ve bunu yapabilmek icin her seyden onemlisi kendi icimizdeki guven baglarini guclendirip bir amaca dogru gitmeliyiz. Ancak ic siyasetteki rekabetin boyutu, tahrikten, paranoyadan, yikimdan ve vahsetten yardimlasmaya dogru kayarsa devletin hukumetler otesi organlari ulkenin gelecegini en guzel sekilde planlayabilir. Artik dugmeye basmasi gereken bizleriz!
3.6.05
Daşnak Partisi Ermeni Tehciri için Tazminatı Amaçlayan Yeni Planını Açıkladı
Dashnaks Plan Shift In Genocide Recognition Effort
By Ruzanna StepanianThe Armenian Revolutionary Federation (Dashnaktsutyun) plans a major shift in its decades-long campaign for international recognition of the Armenian genocide that will aim to hold modern-day Turkey accountable for the events of 1915-1918, it emerged on Friday. Giro Manoyan, the spokesman for the pan-Armenian party’s governing Bureau, said that genocide recognition alone would not restore historic justice and that the international community should now “hold Turkey accountable” for the extermination of some 1.5 million Armenians in the Ottoman Empire. “There is no longer a need to merely prove a historic fact,” Manoyan told RFE/RL. He indicated that this will be at the heart of a planned “adjustment” of the activities Dashnaktsutyun’s lobbying structures in the United States, Europe and elsewhere in the world. Representatives of those structures began on Friday a two-day meeting to discuss the shift in the nationalist party’s emphases. The meeting took place behind the closed doors. The policy change is in tune with one of the main tenets of Dashnaktsutyun which has never made secret of its desire to get Turkey to not only admit to the genocide but also pay material compensation to Armenia and descendants of genocide victims. Earlier this year, Dashnaktsutyun accused the United States of prodding Turkey to recognize the genocide “without consequences.” Its leaders also want Yerevan to keep the door open for future territorial and financial claims to Ankara. “We believe that Armenia is unable to make such demands today,” Manoyan told RFE/RL in April. “But this doesn’t mean that it will be unable to do so tomorrow.” This stance contrasts with the official position of the Armenian government in which Dashnaktsutyun is represented with three ministers. “We are not talking about compensations, this is only about a moral issue,” President Robert Kocharian said recently. Manoyan claimed on Friday that in seeking Turkish reparations the Armenians can count on the support of countries like France that want Turkey to address the genocide issue before joining the European Union. “Incidentally, these are the countries that have said ‘no’ to the EU constitution,” he said. “According to commentators in those countries, the ‘no’ vote was in large part due to the prospect of Turkey’s EU membership.” However, neither France nor other EU nations that recognized the Armenian genocide have ever called for Turkish reparations. In a landmark 1987 resolution, the European Parliament stressed that “neither political nor legal or material claims against present-day Turkey can be derived from the recognition of this historical event as an act of genocide.” (Photolur photo)