11.12.06

Müslüman sol geliyor!

'Nerede bu Müslüman Sol' diye beklenen hareket, pazartesi sabahı sürprizi olarak karşıma çıktı Ahmet Hakan'ın bugünkü yazısında. İslami Sağ'ın bu kadar güçlü olduğu bir ülkede İslami Sol'un olmaması nereden bakılırsa bakılsın acayip bir durum, fakat bu durum değişebilir gibi gözüküyor. Yazının konuyla ilgili kısmı şöyle:

"Müslüman sol geliyor OH be! NİHAYET, "Müslüman eşittir sağcıdır" paradigması esaslı bir darbe yiyecek.Nihayet, "Bir Müslümanın solcu olması, sağcı olmasından evladır" anlayışı siyaset dünyasında yankı bulacak.Çünkü...Yılların CHP’lisi Ertuğrul Günay ile yılların İslamcısı Mehmet Bekaroğlu el ele verip, bir "Müslüman sol" hareket başlatıyor!Sakın yanlış anlaşılmasın...Bu hareket, Şanar Yurdatapan’ın "Kızıl"ı, Abdurrahman Dilipak’ın "Yeşil"i temsil ettiği o "İkili hareket"e hiç mi hiç benzemiyor.Yani...Biri, "Ben solcu ve tanrıtanımazım ama pekala Abdurrahman’la oturup konuşabiliyorum", diğeri ise, "Ben İslamcıyım ama Şanar’ın şarabına karışmıyorum" tarzı mesajlar vermiyor.Günay ile Bekaroğlu ikilisinin farkı şurada:İkisi de "Biz solcuyuz" diyor. İkisi de "Biz Müslüman’ız" diyor. Hatta...Bekaroğlu, hem Müslüman olup, hem de solcu olunabileceğinin teorik çerçevesini çizerken, Ertuğrul Günay, hem solcu olup hem de Müslüman kalınabileceğinin teorik çerçevesini çizmekle meşgul. Yani...Birinin "Müslüman" tarafı, diğerinin "Sol" tarafı temsil ettiği bir hareket değil bu...Söz konusu olan "Farklı gibi görünen iki anlayışı" bir potada eritmiş iki siyasetçinin buluşması...***Günay ve Bekaroğlu ile geçtiğimiz günlerde kahvaltıda buluştuk.İkisi de heyecanlı ama temkinliydi.Hemen bir siyasi parti oluşumuna gitmek yerine, bu yeni anlayışın nasıl bir yankı uyandıracağını görmek için zemin yoklaması yapma kararı almışlar.Bu doğrultuda çeşitli kesimlerle buluşup tartışıyorlarmış."Müslüman solcu" anlayışının, siyasete yansımasının anahtar kavramlarını şöyle sıralıyorlar:"Eşitlik, adalet, özgürlük."Bu üç temel kavramın İslam ile sol arasındaki hedef birliğini temsil ettiğini düşünüyorlar.Ardından da ekliyorlar:"Ne CHP solcu, ne AKP İslamcı... Bu iki parti de eşitlik, adalet ve özgürlük konusunda samimi ve ısrarcı değil."Bekaroğlu Che’den, Ertuğrul Günay Ali Şeriati’den söz ediyor.Ve her ikisi de "Türkiye’de sol sağdır, sağ soldur" diyen İdris Küçükömer Hoca’yı rahmet ve minnetle anıyor."
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/5589888.asp?yazarid=131


İlginç tabi. İslamiyat dergisinin 'İslamın Sol Yorumu' diye bir sayısı vardı, hatta ben de almıştım ama nerelerde n'oldu da o sayı kayboldu hala bilemiyorum. Artık elimde yok. Belli ki yayıncının da elinde yok çünkü İslamiyat dergisinin websitesinde 'stokta kalmamış' deniyor.
http://www.islamiyat.com.tr/kitabiyat/index.php?c=52&p=118 Yazık. Soğuk Savaş döneminde, sosyalist düşüncenin etkisiyle bu akım daha güçlüydü. Sosyalizmin eşitlikçi düsturunu İslam dininde 'zaten var' diye kapsayıcı bir anlayışla ele alanlar vardı. Fakat elbette din siyasete alet edilmemeli, hatta teorik anlamda da hiçbir din, ister Hristiyanlık, Musevilik, İslamiyet olsun, 'bu din aslında kapitalisttir, yok aslında sosyalisttir' diye kendi ortaya çıktıkları devirlerde var olmayan akımlara indirgenmemeli, fakat paralleliklerin vurgulanması elbette ki kabul edilebilir. Sonuçta sağ partiler onyıllardır dini kendi ideolojilerine destek veren bir unsur olarak kullandıklarına göre, demek ki genel bir prensip olarak din-siyaset ayrılığı zaten sürekli ihlal edilmiş. Denilebilir ki solcular da benzerini yapsa n'olur? Sağın yanlışı solu haklı çıkarmaz ve bu yüzden dikkatli olmak gerek. Sonuç olarak bu kadar güçlü bir İslami Sağ'ın olduğu bir ülkede İslami Sol'un olmaması mantıksız bir durumdu, ve durumun aşılmaya çalışıldığını gösteren bu köşeyazısı ilgi çekici.

Tam bu köşeyazısının üstüne Yeni Şafak'ın bugünkü haberi bu Müslüman Sol hareketin tamamlanma aşamasına geldiğini ve kısa zamanda partileşeceğini belirtiyor. Saadet Partili Mehmet Bekaroğlu'yla eski CHP genel sekreteri Ertuğrul Günay'ın ortak çabası yılbaşına kadar basın toplantısıyla halka tanıtılacak, yılbaşından sonra da kısa sürede parti olarak kurulacakmış.
http://www.yenisafak.com.tr/politika/?t=12.12.2006&q=1&c=2&i=19137&Müslümansol/parti/de/kuruluyor

15.11.06

"Demokrat bir Kongre'nin Politikalari"

Demokratların Kongreyi ele geçirmesinin Ortadoğu ve Türkiye'yi nasıl
etkileyeceğine dair "Demokrat bir Kongre'nin Politikalari" başlıklı
makalem yarınki-bugünkü (Çarşamba, 15 Kasım) Yeni Şafak gazetesinde.
Internette de şu adresten okunabilir:
http://www.yenisafak.com.tr/yorum/

9.10.06

Doğu-Batı dergisinde çıkan yazım.

Etnik Kategori ve Milliyetçilik: Tek-etnili, Çok-etnili ve Gayri-etnik Rejimler adlı makalem Doğu-Batı dergisinde çıktı. Türkiye'de pekçok kitapçıda bulunabilir. Doğu-Batı dergisi hakkında genel bilgi için http://www.dogubati.com Yazımın çıktığı son sayı için http://www.dogubati.com/issues/issue38.html Tahminime göre en azından yıl sonuna kadar derginin bu son sayısı satılmaya devam edecektir. İlgilenenlere duyrulur.

26.9.06

"Türkiye Dindarlaşıyor" mu, yoksa "Din Elden Gidiyor" mu?

Can Dündar dünkü köşeyazısını 'Türkiye Dindarlaşıyor mu?' sorusunu cevaplamaya ayırmış. Ve bence yerinde bir sosyolojik ayrımı ortaya koymuş: Toplumsal anlamda Türkiye'de bireylerin dini vecibelerini yerine getirme oranları göz önünde tutulursa, Dündar'ın da belirttiği gibi, dinin etkisi büyük bir hızla azalmaktadır. Dündar'ın şöyle diyor: TESEV'in 2000 yılında yaptığı araştırmada (Ramazan ayında) 'her gün oruç tutarım' diyenlerin oranı %91 iken, sadece 4 yıl sonra, 2004 yılında ANAR'ın yaptığı araştırmada bu oran %64'e düşmüş!!! Sizi bilmem ama, amatör bir sosyal bilim insanı olarak ben bu kadar büyük çaplı ve bu kadar hızlı bir toplumsal değişimin dünya üzerinde pek az dönemde -ve bir ihtimal, pek az ülkede- rastlanan türden olduğunan inanıyorum. 4 yılda Ramazan orucu tutanların oranı %27 azalmış! yani Türkiye ölçeğinde, yetişkin nüfusu 50 milyon kabul edersek, Türkiye'de yaşayan 13,5 milyon insan son 4 yıl içinde Ramazan orucu ibadetini bırakmış. Esasen bu sonuç benim çok sınırlı da olsa kişisel gözlemlerimle tam tamına örtüşüyor. Türkiye'de muhafazakar ve mütedeyyin bir muhitte yaşadım, her ne kadar 7-8 yıldır yılın ezici çoğunluğunu ABD'de geçirsemde, 1990'ların sonundan bugüne gelen süreci de az çok gözlemleme imkanım oldu. En azından bireysel ibadet ölçeğinde kuşkusuz çok belirgin, hızlı, ve ekseriyetle genç kuşaklardan kaynaklanan bir gerileme oldu. Bunun olumlu veya olumsuz bir süreç olduğunun değerlendirmesine girmek istemiyorum; ama benim şahsen tahmin ettiğim ve sonuçta hiç şaşırmadığım bir süreçtir bu.

Fakat 'madalyonun öbür yüzü'ne gelince, toplumsal anlamda bireyler üzerinde dinin etkisini kaybetmesi olarak yaşanan bu çok belirgin ve kuşku götürmez sürece karşın, siyasette, medyada, ve diğer kamusal alanlarda dini referanslar son 75-80 yıldır hiç olmadığı kadar arttı. Bu bir paradoks değil, çünkü bahsettiğimiz iki süreç birbirinden ayırt edilebilir, fakat paradoksal olmasa da 'ironik' bir durum söz konusu bu durumda. Türkiye'de 'halk dindarlaşıyor' söylemiyle 'din elden gidiyor' söyleminin sahibi kesimler, toplumsal ve siyasal anlamda vuku bulan bu görünürde birbirine karşıt süreçleri olduğu gibi kavramalı, ve iddialarını bu verilere göre temellendirmelidirler diye düşünüyorum.

Can Dündar'ın yazısı için http://www.milliyet.com.tr/2006/09/25/yazar/dundar.html

20.9.06

Bir Osmanlı Milletler Topluluğu (Commonwealth) Olmayışı Üzerine...

Türker Alkan bugünkü (20 Eylül 2006- hayat ve zaman ne kadar da çabuk geçiyor...) yazısının ikinci yarısında aynen şöyle demiş:

"Türk Dünyası Kurultayı toplandı. Hayırlı olsun. Yalnız sayın Başbakan Erdoğan'ın bir dediğini pek iyi anlayamadım. "İngilizce, Fransızca, İspanyolca konuşan milletler topluluğu gibi, biz de Türkçe konuşan milletler topluluğu kuralım" diyor. Pek fiyakalı bir öneri, ama biraz düşününce anlaşılması zor yanları olduğunu görüyorsunuz. Her şeyden önce, 'İngilizce Konuşan' veya 'Fransızca Konuşan Ülkeler Topluluğu' gibi kuruluşlar yok. Başbakan, muhtemelen İngilizlerin 'Commonwealth', Fransızların da 'La Communauté' dediği kuruluşları kastediyor. Ama bunlar İngilizce ve Fransızca konuşan ülke toplulukları değildir. Bu ülkelerin eski sömürgelerini bir arada tutmak ve kendilerine saygınlık sağlamak için oluşturdukları örgütlerdir. Bu örgütlerin dünya politikasında önemli bir ağırlığı ve işlevi yoktur. Tam tersine, Londra'yı dolduran Pakistanlıların, Paris'i ateşe veren Kuzey Afrikalıların sık sık gösterdiği gibi, metropol ülkelerin başına dert açmaktan başka bir işe yaramıyorlar. İlle de benzer bir iş yapacaksak, Osmanlı'dan kopan Irak, Yemen, Mısır, Suriye, Lübnan, Libya gibi ülkeleri bir çatı altında toplamaya kalkmalıyız ki.. ne diyeyim? Lübnan'a asker gönderme kararı alındığı günlerde eski bir büyükelçimiz, "Aman," diyordu kısık bir sesle, "Osmanlı mirasını hiç anımsatmayalım!" "

Böyle demiş işte sayın Alkan yazısında... Sayın Alkan, isimsiz bir 'eski büyükelçimiz'i kaynak göstererek Osmanlı mirasını hiç anımsatmayalım demiş ama aslında Lübnan'da, Suriye'de, Irak'ta Osmanlı'nın, hatırlandığı kadarıyla, bir parça özlemle anıldığını düşünüyorum ben. Bosna'da, Kosova'da, ve dahi Makedonya'da Osmanlı'ya özlem olduğunu da tahmin ediyorum. Ama Osmanlı Milletler Cemiyeti tarzı bir topluluk olsun demek zaten Osmanlı tekrar kurulsun demek değil ki, alakası bile yok. Sadece kültürel, nostaljik bir yapılanma. Dahası İngiltere ve Fransa'nın benzer örgütlerinin hiçbir siyasi ağırlığı veya değeri olmadığını da yazmış sayın Alkan. Fakat Türker Alkan yanlış bir karşılaştırma yapmış: Osmanlı'nın çok uluslu gerçekliği İngiltere veya Fransa'nın denizaşırı imparatorluklarıyla karşılaştırılamaz, bu çok çok yanlış olur. Genel olarak denizaşırı imparatorluklarla karşılaştırılması yanlış olur. Osmanlı Avrupa'da ancak Avusturya-Macaristan ve Rus İmparatorluklarıyla karşılaştırılabilir. Çünkü Osmanlı her fethettiği bölgeyi az çok kendi memleketi, vatan parçası sayıyordu, Avusturya-Macaristan'da olduğu gibi. Hiç bir bölge 'sömürge' olarak görülmüyordu. Fransa'nın metropol, HindiÇin'in (Vietnam, Laos, Kamboçya), Mali'nin, Senegal'in ve dahi şimdi bağımsız olmuş düzinelerce memleketin sömürge olması gibi bir metropol-sömürge ayrımı tek parça olan imparatorluklarda biraz zor olur zaten. Hoş Rusya'da biraz vardır Orta Asya'ya ve Sibirya'ya karşı, ama mesela Tataristan ve diğer Volga boyu müslüman yerleşimleri Rus vatanının bir parçası sayılır, yabancı sömürge toprağı değil. Fakat asıl büyük benzerlik Avusturya ve Osmanlı arasında kurulmalı, Habsburgların da Osmanlılar gibi 600 sene hüküm sürmesi de cabası.

Gelelim asıl soruya: Osmanlı Milletler Topluluğu... Neden olmasın? Yaratıcılıkltan yoksun kısır bir dış politikaya mahkum olmak zorunda mıyız? Nasıl ki Karadeniz Ekonomik İşbirliğini Örgütünü kurduk, çok da iyi oldu, zararı mı oldu? Bulgaristan, Romanya, Gürcistan, Makedonya, Arnavutluk gibi eski Osmanlı ülkeleriyle kurduk bu örgütü. Açıkça Osmanlı Milletler Topluluğunu kurmak çok mı çılgınca? Maalesef çılgınlık şundan kaynaklanıyor: Biz bu örgütü kurarız ama bu örgüte en çok katılması gereken Arap ülkelerinin liderleri, kendi meşruiyetlerini Osmanlı karşıtlığı üzerinden kurdukları için böyle bir örgüte girmezler gibi geliyor bana. Olsun, girenler sağolsun. Bosna, Arnavutluk, Kosova, ve Makedonya girer, Bulgaristan ve Cezayir bile girer bence, belki de Lübnan ve Yemen, Osmanlı olmasa da Pakistan da girer, onlarda tarihsel bir Osmanlı-Türkiye sempatisi var zaten. Şans eseri okuduğum bir yazının bende uyandırdığı izlenimler işte böyle.

7.9.06

Bir kaşık suda fırtına

Lübnan'a BM gücü çevresinde asker yollama kararı Meclis de kabul edildi. Muhalefet ve medya ise, halkın şehit olan askerlerimizden dolayi olusan hassasiyetini bu insani yardim ve prestij misyonunu baltalamak icin kullandı. Sanki yarim milyona yakin askeri gucumuzden gonderecegimiz bin kadar asker bizim terör ile mucadele kapasitemizi kısıtlayacakmış gibi, sanki daha önce Afganistan'a, Bosna'ya, Kore'ye asker gondermemişiz gibi bir gurultu koparildi. Sol muhalefet anti-emperyalizm cigliklari atti, niye Amerika'nin, Israil'in pisligini temizliyoruz dedi. Sag muhalefet dini duygulari istismara yonelerek, bizi musluman kardeslerimizle catistiracaklar dedi. Zaten AKP yi yipratmak icin her firsati kollayan cevreler, cok onemli bir konu olan dis politikayi da buna alet etmis oldu.

Halbuki biraz olayi serin kanlilikla degerlendirebilsek hem riskleri, hem firsatlari hem de hukumetin ince bir calisma ve aldigi taahutlerden sonra boyle bir karar aldigini gorebilirdik.
Yine Acik Gorus te ateskesten sonra eger Turkiye asker gonderecek ise dikkatli olmalidir demistik ve ozellikle Abdullah Gul yaptigi temaslar ve gezilerle hukumetin bu dikkatini gosterdi. Lubnan da etkin olan bircok grubun ve devletin goruslerini aldi, ayni zamanda Iran ile arka kapi diplomasisi yapildi ve en sonunda MGK'da da yapilan tartismalardan sonra bu karar verildi ve simdi de meclis tarafindan onaylandi.

Bu gorevin tabi ki riskleri var ama bunlar tezkerede ve BM kararindan en aza indiriliyor. Zaten Kofi Annan da acikladi, Hizbullah'i silahsizlandirmak BM nin degil Lubnan hukumetinin isidir dedi. Biz cok daha tehlikeli olan Afganistan'da da gorev yapiyoruz ama tek bir sehidimiz bile yok su ana kadar Allaha sukur; cunku gorev alanimizda ve taniminda sicak catisma yok.
Simdi Lubnan'da da ayni gorevi surdurecegiz, hem halka yardim edecegiz, hem de caydirici bir guc olarak Hizbullahin ve Israil ordusunun bolgede serbestce at kosturmasini onleyecegiz. Kimsenin Hizbullahi silahsizlandiracagi falan da yok zaten, sadece eskisi kadar serbest olamayacaklar ve yurtdisindan cephane ve fuze getirmeleri zorlasacak. Ayni sekilde Israil de istedigi zaman bu bolgeye operasyon yapamayacak ve vuramayacak.

Yani bolgede gerginligin azaltilmasinda onemli bir rol oynayacak bu guc; ve ne kadar kabul etmek istemesek de Ortadogu da ki gerginligin ve catismanin bize de yansimalari oluyor. Lubnan da bulunan Bekaa vadisinde ki teror kamplarinda yetisen PKK teroristlerini hatirlayalim. Bizi sokmayan yilan bin yasasin tarzinda bir dusunce belki Madagaskar olsaydik dogru bir strateji olabilirdi ama biz Turkiye'yiz ve Lubnan bizim arka bahcemiz.

4.9.06

Ne kendimizi ne de baskalarini aldatmayalim

Bu hafta Turkiye nin cesitli yerlerinde gerceklestirilen, 5 kisinin olumune ve onlarca kisinin yaralanmasina yol acan bombalamalar dunya basininda genis yer buldu. Turk medyasinda ise, artik merkezi bir yonlendirme ile mi yoksa hepsi birden iyi niyetli ama yanlis olan bir sorumlu habercilik ile mi bilemiyorum, bu bombalamalardan sanki hic onemli degilmis gibi bahsedilmiyor.

Sanki bizim gazetelerimiz yazmazsa, yorumcularimiz konusmazsa, dunya basini ve turistler bu saldirilari ciddiye almayacak ve turizm darbe yemeyecek. Halbuki once askeri catismalarla baslayan ve simdi sivillere karsi bombali eylemlerle devam eden bu yeni teror dalgasinin altindaki nedenler derinlemesine tartisilmali, herseye PKK demek yerine gercekten hangi gruplarin bu olaylarin arkasinda olduguna ve PKK ile baglantisi olup olmadigina bakilmali. Eminim emniyet guclerimiz bunlara dikkat ediyordur ama halkimizin da dogru bilgilendirmeye hem hakki, hem de ihtiyaci var. O yuzden ancak anti-demokratik ve 3. dunya ulkelerinde olan bir saflikla, bu eylemleri kucumseyerek, hem kendimizi hem de baskalarini kandirmamiza gerek yok, cunku dunya medyasi ve turistler olaylarin farkinda. Hala bircok turist takdir edilecek bir sekilde tatillerine devam ediyor ve etmeli de, yoksa zaten teroristler amacina ulasmis olur. Ancak medyamiz bu pozitif mesaji vermek yerine hem kendilerini hem de baskalarini kandirmayi tercih ediyorlar.

Eger medyamiz gercekten habercilik sorumlulugu ve etigi ile hareket etmek istiyor ise, bugun Erdogan'in konusmasi ile yaptiklari gibi polemikler ile suni gundem yaratmak yerine gundemde olmasi gereken bu tip konulari hasiralti etmemesi cok daha faydali olacaktir.

2.9.06

Degisim Vakti

Biraz once Urdun'de lise tarih ogretmenligi yapmıs bir taksi soforunun arabasından indim. Ben ona "Osmanlı hakkında ne ogretiyorsunuz?" diye sordum ve aldıgım cevap "Bastan sona!" oldu. Sevindim. O ise bana "Turk'ler nicin Ataturk'u seviyor?" diye sordu. Hemen Ataturk'un bir topluluga nasil millet olmayı ogrettigini, buyuk bir savas kahramanı oldugunu, direnisin ve Cumhuriyet'in sembolu oldugunu soyledim. Beklentimin tersine, bana donup olayı daha once bu acıdan hic gormedigini ve hep Ataturk'u, Turk'leri kendi kimliklerinden uzaklastiran, bir diktator olarak gordugunu soyledi. Beklentimin tersine diyorum cunku normalde karsılasacagınız insanlar dusuncelerini degistirmeyi, hele hele yeni bir fikir duyduklarını itiraf etmeyi sevmezler. Bu acıdan Muhammed Bey'e saygı duyarak elini sıktım ve arabadan indim. Fakat soyledikleri uzerine dusunmeye devam ettim...

Bu konu siyasete ilgi duyan hic bir Turk'e yabanci degil. Ataturk devrimlerinin bizi tarihimizden ve dolayisiyla kimligimizden buyuk olcude kopardigi gercegi ozellikle son donemlerde kuresellesmenin getirileriyle daha da bariz bir sekilde goze batmakta ve gecmise oranla daha aciklikla tartisilmakta (gayri-resmi). Hatta siyasi sahnede bile bolunmeler bu yonde, isin kotusu bu tartismayi (resmi) siyasi ortamda acik bir sekilde yasamak hala mumkun olmadigi icin bu fikir ayriligi gelip kiyafet devrimine (belkide en onemsiz olan!)- 'turban'a takilmis durumda! Aslinda konunun turbana takilmis oldugunu tartismanin "Ataturk'cu" tarafinda olan herkes acikca soyluyor: turban sadece bir kumas degil, bir ideoloji! Ben bu saptamaya kesinlikle katiliyorum ama turbanin altinda yatanın bir degil birden daha fazla sayida ideoloji oldugunu dusunuyorum . Fikirlerin silahlar gibi catistigi gunumuz dunyasinda bir fikrin karsina birden fazla fikri cikarmayi pek akillica gormuyorum. Eger bu boyle giderse "Ataturk'cu Dusunce" kısıldigı bu kosede ezilir gider. Ezilir gider cunku karsisinda sadece Seriat beklentisi icinde olan radikal dinci bir grubun dusunceleri degil, Turkiye'de degisim bekleyenlerin, ozgurluklerin gercek anlamiyla ve tum zumreler icin yayilmasini bekleyenlerin, insan haklari savunucularinin, ve en dogal hakki olan dini kulturun muhaza edilmesini talep edenlerin dusunceleri duruyor. Ataturkcu dusuncenin turbana indirgenmesi butun bu karsit dusunceleri ayni anda karsina almasi anlamina geliyor ve bu catismadan sag cikmasi cok zor. Ayni ogretmen Muhammed Bey'in Ataturk gorusu gibi haksiz bir yenilgi olur bu cunku Ataturk'un bu ulkeye birakmak istedigi ideoloji bir yasaklar listesinden ibaret degil.

Ayni dini ve dini kitaplari birer yasaklar kumesi olarak algilayan, bu yasaklar kumesinin disina ciktiklarinda gunah isleyeceklerine, icinde kaldiklari surece ise mutlu olacaklarina inanan cahil kimseler gibi, bugun "Ataturk'cu Kurallar!" kumesinin icine girmis, cikmak istemeyen bir topluluk var Turkiye'de. Halbuki Ataturk bir devrimci, biraktigi en onemli ilke ise devrimciliktir. Gunumuz Turkiye'sinde degisime en kapali olan dusunce tarzi ise "Ataturk'cu Kurallar" kumesinin icine sikismis olanlarin dusunceleri! Ne oldu da boyle bir celiskiye dustuk?

Bana ilkokulda anlatildigina gore Ataturk bir cok kiz evlat edinirken hic erkek evlat edinmemis cunku ona saltanat usulu bir siyasi guc saglanmasini istememis! Ben bunun dogru olduguna sonuna kadar inaniyor ve liderimizin vizyonuna hayranlik duymaktan geri duramiyorum. Fakat gelin gorun ki olumunun 70 yil sonrasinda hala butun okul dersliklerinde resimleri, tum 'kamusal alan'larda bustleri bizimle. Inanıyorum ki Ataturk bugun yasasa kendi yarattigi bu milletinin vizyonunun kendi vizyonundan ne kadar geri dustugunu gorur ve uzulurdu. Bugun dunyanin hic bir ulkesinde Turkiye'de oldugu gibi bir 'tek adam' rejimi yok! Turkiye sınırları dısına adım attıgınız anda bizim cok alisik oldugumuz bu varligin diger insanlara ne kadar garip ve cagdısı geldigini gorebilirsiniz.

Asagidaki makalenin duyurduguna gore bu yıl Cin Halk Cumhuriyetinde basılan butun ders kitaplari degismis ve kuresellesme goz onunde bulundurularak cocuklara okuldan mezun olduklari zaman karsilasacaklari yeni dunyanin gerceklerine daha iyi ayak uydurmalarinda yardimci olacak bir mufredat gelmis. Yeni mufredatta Mao'nun ismi sadece birkac kere geciyormus! Ayni kuresellesme bizim ulkemizde belkide daha hizla yayiliyor ve artik farkli dusunceleri gormek icin cocuklarin sınırlarımızın dısına adım atmasi gerekmiyor, kendi odalarindan veya okuldan veya kafeden internete baglanmalari yeterli! Iste bu yuzden artik bizde bu tarz bir degisim yasamali, Ataturk'un golgesini fiziksel olarak hissetme (bustler sagolsun) bagimliligimizdan kurtulup onun dusuncelerini hak ettikleri gibi degerlendirmek ve kendimizi gercek birer devrimci gibi yenilemek zorundayiz. Ataturk ve yanindakiler yaptiklarini basardilar cunku hic birseyden korkmamayi basardilar, onlar biliyorlardi ki eger biz yeterince guclu olursak o zaman hic birseyden korkmaya gerek yok ve hersey mumkun. Bugun onlarin mirascilari olarak bizde farkina varmaliyiz ki bolunmeden, seriattan korkarak, degisim dileyenleri hain, muhafazakarlari 'molla/ocu' ilan ederek hic bir seyi mumkun kilamayiz. Cocuklarimiz bu yeni dunyaya adim attiklarinda ona hazir olmali, dinamik dusunceleri, cok yonlulugu kavrayabilmeli yoksa Ataturk'u utandirir ve cagin gerisinde kalmis bir toplum olmaya mahkum oluruz. Unutmayalim ki dunya bizi beklemiyor ve degisiyor o yuzden paranoyayi bir kenara birakip kendimize gelelim ve degisime evet diyelim!

(Cin ile ilgili bahsi gecen makaleye bir onceki yazidan veya bu baglantiya tiklayarak ulasabilirsiniz.)

1.9.06

Where’s Mao? Chinese Revise History Books




Where’s Mao? Chinese Revise History Books

BEIJING, Aug. 31 — When high school students in Shanghai crack their history textbooks this fall they may be in for a surprise. The new standard world history text drops wars, dynasties and Communist revolutions in favor of colorful tutorials on economics, technology, social customs and globalization.

Socialism has been reduced to a single, short chapter in the senior high school history course. Chinese Communism before the economic reform that began in 1979 is covered in a sentence. The text mentions Mao only once — in a chapter on etiquette.

Nearly overnight the country’s most prosperous schools have shelved the Marxist template that had dominated standard history texts since the 1950’s. The changes passed high-level scrutiny, the authors say, and are part of a broader effort to promote a more stable, less violent view of Chinese history that serves today’s economic and political goals.

Supporters say the overhaul enlivens mandatory history courses for junior and senior high school students and better prepares them for life in the real world. The old textbooks, not unlike the ruling Communist Party, changed relatively little in the last quarter-century of market-oriented economic reforms. They were glaringly out of sync with realities students face outside the classroom. But critics say the textbooks trade one political agenda for another.

devami...

17.8.06

Kimler Turk futbolcusu?

Bu blog da genellikle Turkiye'nin ic ve dis siyasetinden bahsediyor, bazen de sosyal konulara deginiyoruz ama ben bu sefer gundemde olan, tabiri caizse, daha hafif bir konudan bahsetmek istiyorum.

Kim veya kimler Turk futbolcusudur ve Milli Takim da kimler oynayabilir? Bu sorular ozellikle Fenerbahce klubu futbolcusu Marco Aurelio nun Mehmet Aureilo olup Turk vatandasligina gecmesi ve Milli takima cagirilmasi ile gundeme geldi.

Bazi sozde futbol otoriteleri bunu iclerine sindiremediklerini soylediler. Efendim Milli Takim dejenere olmus, Turk futbolcularin onleri kesilecekmis. Bu ayni kisiler yine AB icinde olan butun takimlarda yabanci sinirlamasi kaldirilmisken Turk takimlarina bunu cok gorurler ve sonrada Avrupa kupalarinda basari gelmeyince acimasizca elestirirler. Hadi o zaman gostersinler bir tane futbolcu Turkiye'de o mevkiide Aurelio'dan daha iyi oynayabilecek. Arastirilirsa bulunur deniyor, bundan buyuk sacmalik olur mu?

Biraz serbest piyasa ekonomisini bilenler haksiz rekabetin de ne kadar onemli bir unsur oldugunu bilirler. Fransa, Hollanda, Ingiltere gibi takimlar eski somurgelerinden gelen oyuncularini milli takima tekrar tekrar alyorken, Avrupa ulkelerinde yasayan gocmenler cogu zaman dogduklari ve ailelerinin geldigi ulkenin milli takimini degil, yasadiklari yerin milli takimini tercih ederlerken, Turkiye niye boyle bir fasizan anlayis icine girsin? Yuz elli milyon nufusu olan Meksika'da bile iki devsirme Brezilyali futbolcu oynamakta. Biz Almanya da, Belcika da dogup buyumus ama etnik kokeni Turk olan bircok futbolcuyu Milli Takima almadik mi?

Eger irkci veya etnik bir anlayis icine girecekseniz o zaman bunu acikca soyleyin ve milli takima girebilme sartini Turkiye vatandasi olmaktan cikarip, etnik kokene baglayalim. O zaman, dogma buyume Malatyali olup, ben Kurt'um diyen de, Brezilya liyim diyen de giremesin Milli Takim'a. O zaman zamaninda Lefter'i Milli Takim'a alanlar da yanlis yapmis, onu da Milli Takim tarihinden silelim.

Hayir bu Futbolcularin Turkiye de yetismis olmasi gerekli, ancak onlar Turk futbolcusu olabilir diyorsaniz o zaman ne Yildiray'i cagirin Milli Takim'a, ne Altintop kardesleri ne de Turkceyi bile dogru duzgun konusamayan Mustafa Izzet'i.

Artik biraz kafamizi kumdan kaldirip, 1940'larin mentalitesinden uzaklasirsak gorecegiz ki eger basarili olmak ve dunyanin buyuk takimlari ile esit sartlarda rekabet etmek istiyorsak Mehmet Aurelio aslinda gec kalmis ama dogru bir adimdir.

14.8.06

Hizbullah'in Zaferi ve Iran Acmazi

Israil ve ABD nin ortaklasa planladigi ve Hizbullah'i zayiflatip Iran'i sikistirmak icin cikarilan savas dun ilan edilen ateskes ile, en azindan simdilik, sona erdi. Boyle bir catisma zaten Suriye ordusunun Lubnan dan cekilmesi ve Iran ile baslayan nukleer krizden beri bekleniyor, hatta New Yorker yazari Hersh'un belirttigi gibi, planlaniyordu. Iki Israil askerinin kacirilmasi ise, Birinci Dunya Savasi oncesi Avusturya -Macaristan veliahtina duzenlenen suikast tarzi bir bahane oldu.

Savasin basladigi bir ay oncesinden beri konu hakkinda yorum yapmak istemedim, cunku kapsami ve ne kadar yayilacagi belli degildi. Ama bugun itibari ile goruluyor ki iki bine yakin insanin olumu ve ic savastan sonra yeniden insa edilen ve hayata donen Lubnan'in altyapisinin yerle bir edilmesi disinda hicbir somut sonucu olmadi bu savasin. Bolgede insan hayatinin, ozellikle Muslumanlarinkinin, ne kadar ucuz oldugu birkez daha gozler onune serildi.

ABD ve Israil hala bu "operasyona" pozitif bir "spin" koymaya calisiyor ama biraz bolgeyi taniyan ve savasi tarafsiz kaynaklardan takip eden herkes Hizbullah'in stratejik bir zafer kazandigini biliyor. Belki Israil'in bu yuzune gozune bulastirdigi operasyondan tek kazanci, Hizbullah'in elinde bulundurdugu tahmin edilen fuzelerin yarisindan fazlasini harcamis olmasi.

Yalniz savasin somut olmayan, ama onemli psikolojik ve stratejik sonuclarini da belirtmek lazim.
Birincisi, dunyanin en gelismis silahlarina ve bolgenin belki de en guclu ordusuna sahip olan Israil'in Hizbullah gibi iyi organize olmus bir gerilla orgutune karsi basarili olamadigi goruldu. Ayrica Iran da A.B.D. ye bolgede ki gucunu gostermis oldu. Ikinci olarak, Hizbullah'in ve destekcisi Iran'in hem Lubnan icinde, hem de tum Arap ve Islam dunyasinda destegi ve prestiji tavan yapti. Etnik ve dini ayrimlarin keskin politik cizgilerle belirlendigi Lubnan da normalde Sii leri temsil eden Hizbullah artik tum gruplardan destek gorur duruma geldi. Iran 'in bolgedeki nufuzunun artmasindan korkup icten ice Israil'i destekleyen ve Hizbullah'i suclayan Arap liderleri ise, savasin Lubnan'i yerle bir etmesi ve buyuk can kaybina yol acmasi ile kendi halklari nezdinde buyuk prestij kaybina ugradi. Ucuncusu ise radikal orgutlere Israil ve A.B.D. dusmanlarina ve teroristlerin eline onemli bir koz, propaganda malzemesi verildi.

Ortadogu da A.B.D.' nin neo-konzervatif utopyasi ve Irak isgali sonucunda taslar yerinden oynamis durumda. Ancak bu ne yazik ki bolgede daha fazla istikrara, barisa, demokrasiye ve ozgurluge yol acan degil, hassas dengelerin bozulmasi ile buyuk bir depreme yol acacak bir oynama. Kendini bilmis ve kustah A.B.D. teknokratlarinin halt etmesi ile arka bahcemizde "demokrasi" ve "ozgurluk" adina olusturulan kaos daha bircok krize, savasa ve sivil sehitlere gebe.

Turkiye ozelikle cok dikkatli bir siyaset izleyerek bolgenin yeni agir topu Iran'in bir yandan nukleer silah yapmasini engellemeye calisirken, bir yandan da ipleri koparmamak ve iliskileri sicak tutmak zorunda. Lubnan'a asker gondermeye gelince ise, Hizbullah la karsi karsiya gelme riski oldugu icin, Turkiye'nin bu konuda cok da istekli olmamasi gerektigini dusunuyor ve Mustafa'nin bu konudaki yorumuna katiliyorum.

12.8.06

Yeni Şafak'ta Ortadoğu ve etnik prensip üzerine yayınlanan yazım

12 Ağustos 2006, Cumartesi günü (bugün) Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazıma ulaşmak için Yeni Şafak gazetesi websitesine girip 12 Ağustos tarihli Düşünce Gündemi'ne girebilir, http://www.yenisafak.com.tr/dusuncegundemi/ yada aşağıdaki linki takip edebilirsiniz. Fakat yeni bir yazı eklendiğinde aşağıdaki link işe yaramaz o zaman arşivden aramanız gerekir:
http://www.yenisafak.com.tr/dusuncegundemi/?t=12.08.2006

3.8.06

Irak Savasi ve Turkiye'nin Tutumu

Son zamanlarda islerimin yogunlugu ve Ortadogu'da yasanan dehsetin yaratmis oldugu sok nedeniyle pek bir katki saglayamiyor, bos zamanlarimi savasin detaylarini okumakla geciriyorum. Fakat bu surede Turkiye calkalanmaya devam ediyor ve hic suphem yok ki bu Buyuk Ortadogu Projesinin yaratmis oldugu kaosun bir uzantisi. Bu uzantiya deginmek boynumuzun borcu...

Bu baglamda oncelikle biraz geriye gidip daha onceki siyasi gelismelerde gostermis oldugumuz tutumlari yeniden gozden gecirmek gerekiyor diye dusunuyorum. Bugun yasananlarin isiginda daha once nerelerde yanildigimizi, nerelerde hakli ciktigimizi gormemiz onemli olacaktir. ...

Tarih Mart 2003, Irak savasi arifesinde diger yazarimiz Serim'le Atalanta da bir otel odasinda gelismeleri takip ediyoruz. Bizim icin o gunlerin kafa kurcalayan sorusu Turkiye'nin takinacagi (veya bir hafta once takinmis oldugu) tutum. Ben siddetli bir sekilde Turkiye'nin Irak savasina katilmasini ve Irak'a asker yollamasini savunuyorum. Turk kamoyu ve onun temsilcisi Turkiye Buyuk Millet Meclisi buna siddetle karsi. Savasa aktif olarak katilmak bir yana, Amerika'nin ve Basbakanin baskisina ragmen Amerikan askerlerinin Turk topraklarini kullanmasina bile izin cikmiyor, Turk demokrasisi adina gurur verici bir durum.

Oncelikle kesin olarak belirtmeliyim ki Turkiye'nin savasa katilmasini desteklemem, bu savasi, sebeplerini veya amacini desteklemem demek degildir. Tersine, her mantikli insan gibi Amerika'nin topraklarindan kilometrelerce otede yapacagi bu isgale kesinlikle karsiydim. Benim dusuncem, Turkiye'nin kendi iradesi ile onleyemeyecegi, dolayisiyla kacinilmaz olan bu savastan kendine en iyi cikarimi yapmasi gerektigi idi. Bu fikrimi arkadaslarima actigimda cok uzun tartismalar yasandi, ozetlemek gerekirse iki tarafin duruslari soyleydi:

Turkiye savasa girsin:

-Turkiye, Osmanli'dan aldigi mirasin sorumlulugu ile lider bir ulke gibi davranmali, hem siyasi hem askeri bakimdan kendi sinirlarini da ilgilendiren bu durumda kesinlikle pasif kalmamalidir.

-Turkiye uzun vadeli muttefiki ve cok yakin zamanda komsusu olmak uzere olan Amerika ile olan iliskilerini ikilemde birakmamali, stratejik ortak konumunu bir baskasina kaptirmamalidir (Barzani, Talabani, Kurdistan)

-Turkiye kendi sinir guvenligini garanti altina alabilmek icin gelecekte komsusu Irak ile olacak olan iliskilerini kendi baskin etkisi altina almalidir. Turkiye her buyuk devlet gibi etki alanini dusunmeli, Irak'taki askeri varliginin sayesinde eline gecek stratejik, psikolojik avantajlari degerlendirmeli, Irak'in gelecekteki yapisinin kurulmasinda soz sahibi olmalidir.

-Turkiye Irak'ta kendine tehlike teskil edebilecek olusumlari, baslamadan durdurabilmek icin Amerikan destegini, ancak karsiliginda bu yardimi vererek alabilir. Istihbarat bakimindan varligimiz onemlidir.

Turkiye savasa girmesin:

-Turkiye'nin isgalci bir gucun parcasi olmasi kabul edilemez. Savas sirasinda islenecek gunahlarin bir parcasi olamayiz

-Turkiye Ortadogu'da ki komsularina karsi kendini isgalci konumuna koymamalidir. Bir musluman toplumun bati tarafindan isgaline yardim tepki cekecektir.

-Isgal uzun vadede basarisizliga ugradiginda Turkiye sorumlu olmamalidir, buradaki direnisin ve radikal dinci orgutlerin hedefi olmamalidir.

-Turk askerinin hayatinin riske atilmasi goz onune alinamaz, bolgedeki direnisin tepkisi ile kaybedilecek askerlerin hesabini veremeyiz.

Simdi 3 sene sonra birer birer bu duruslari gozden gecirelim :

-Turkiye bugun itibariyle Ortadoguda olan etkisini tumuyle yitirmis, bolgenin yalniz ve cok acikca umursanmayan ulkesi halini almistir. Bugun ortadogu dengelerinde ipler Iran ve Suriye'nin eline gecmis, IKO toplantilarinda ilgi odagi Tayyip Erdogan degil Mahmud Ahmedinecad olmustur. Lubnan krizi ile ortaya ciktigi gibi Turkiye Basbakaninin demecleri, Turkiye'nin durusu, uluslararasi basina yansimayacak kadar onemsizdir. Bu durum belki Irak savasi oncesinde de bundan cok daha iyi degildi, fakat bunun acik sebebi buyuk bir ulke gibi dusunme ve davranma yetimizi yitirmis olmamizdir.

-Turk Amerikan iliskileri Mart 2003 itibariyle bir daha geri alinamayacak bir darbe yemis, Suleymaniye'de askerlerimizin basina cuval gecirilip Turkiye'ye postalanmalarina kadar varan bir gerginlik olusmustur. Aciktir ki Turkiye bolgede stratejik ortak konumunu daha once kucumseyip onemsemedigi Pesmerge liderlerine kaptirmistir. Bunun sonucu Turkiye icin trajiktir. Turkiye savasin basladigi gun itibariyle takip ettigi "Irak'in toprak butunlugu" politikasini degistirmeye zorlanmistir. Hic bir buyuk ulke dis stratejilerini bu kadar kolay degistirmeye zorlanmamistir daha once. Daha da otesi, gecenlerde Amerikan Silahli Kuvetler jurnalinde yayinlanan makaleden acikca goruldugu gibi, Turkiye yavas yavas BOP'nin hedef tahtasina girmeye baslamistir.

-Turkiye Irak'in olusumunda hic bir soz sahibi olamamis, arkasina ABD yi alan bir takim kuvvetlerin Irak'i evirip cevirmesine seyirci kalmistir.

-Turkiye savasa katilmamasina ragmen, radikal dinci teror Istanbul'u, Kuzey Irak bazli ayrilikci Kurt gerillalarda silahli kuvetlerimizi vurmustur. 2003 yilindan bu yana sehit verilen asker sayisi bir savasi aratmamaktadir.

-Uzun lafin kisasi Turkiye gudulen ulke olmustur, dayatmalara karsi eli kolu baglidir.

Peki Turkiye savasa katilmayarak ne kazanmistir?

-Gecici bir sure icin Avrupa toplumuyla iliskilerimiz guclenmis, belki bu surec sonucunda AB muzakereleri baslatilmistir. Bugun goruldugu uzere bu pekisen iliskiler pek uzun soluklu olmamis, Avrupa'da Turkiye karsiti gorusler o gunden daha guclu hale gelmis ve karsilikli olarak Turkiye'de AB destegi dusmustur.

-Gecici bir sure icin demokrasinin zafer sarhoslugu yasanmis, Turkiye'nin bariscil yontemlerle Ortadogu cografyasinda varolabilecegi, hatta medeniyetler catismasinin onlenmesinde oncu olabilecegi hissi olusmustur. Bugun goruldugu gibi bu his aldaticidir, Ortadogu son 2000 bin senedir oldugu gibi hala yirtici bir cografyadir, medeniyetler catismasi hergun daha da yaklasmaktadir. Daha da otesi Turkiye'de ki demokratik surec Teror dalgasina karsi gelen tepkiler ve fasist, statukocu kesimlerin cabalari sayesinde ciddi sekteye ugramis, savasin basladigi gun oldugundan daha kotu bir noktaya gerilemistir.

-Turk milletinin vicdani rahattir.
Bu son madde bir bakima hakli, cunku Turk milleti isgalci zihniyetin parcasi olmayi red ederek, isgalin gunahlarindan uzak durmustur. Fakat bu vicdan, 'Bana dokunmayan yilan bin yil yasasin' vicdanidir, Irak'ta insanlar olmeye biz katilmasak da devam etmektedir. Ayrica Turk milleti son 1000 yildir isgal ile yasamistir, bu sadece bizin cografyamizin degil, dunyamizin gercegidir.

-Sonuc olarak bu savasa girmeyerek Turkiye Ortadoguda kendine daha fazla dost edinmemistir. Belki Iran & Suriye ile olan iliskilerimiz su an itibariyle daha guclenmistir fakat aciktir ki komsu ulkeler aralarindaki rekabeti sadece bir sure gizleyebilirler. Bu siyasetin gercegidir....

Tabi ki bu tartismanin bazi bilinmeyenleri de var,

-Turkiye bu savasa girseydi Istanbul'da birden fazla bomba olurmuydu? Bugun savasin ana kahramani olan ABD teror hedefi olmadigina gore, mesele taraf tutma meselesi degil tamamen bir guvenlik meselesidir. Evet daha feci saldirilar yasanabilirdi, guvenlik ve istihbarat birimlerimiz daha iyi olmadigi surece bu saldirilari onleyemezdik.

-Turkiye belirli bir guc gonderse kayip orani ne olurdu? Su an PKK terorune verdigimizden daha az veya daha fazla olabilirdi, ama benim kanim az olacagi yonunde, tabi bu surede PKK tamamen yok olabilirdi, cunku Barzani&Talabani bizimle isbirligine zorlanacaklardi, Amerikan istihbarati yanimizda olacakti. Unutmayalim ki Ocalan'i cani istediginde paketleyip bize veren ABD'dir.

-Turkiye'nin katkisi kabul gorurmuydu? Kuzey Irak Kurtleri ne dusunurdu? Turkiye Kurtleri ne dusunurdu? Katkimiz kabul gormeyebilirdi, netekim katilsak bizim gorev alanimiz guney Irak olacakti. Irak kurtlerinin ne dusundugu su an oldugundan cok daha az onemli olacakti. Cumhuriyete inanan ve kendini bu cumhuriyetin bir parcasi sayan Kurt asilli vatandaslar geri kalan vatandaslar gibi dusunecekti. Bu cumhuriyeti, bayragi istemeyen Kurt milliyetcileri Turkiye'nin hegamonya arayisinda oldugunu, soven oldugunu dusunecekti. Bugun farkli dusunmuyorlar....

Cok uzun oldu ama bitirebildiyseniz yorumlarinizi bekliyorum.
Mustafa

2.8.06

Türkiye asker göndermeli mi?

"Zaman gazetesi yazari Ali Bulac'in 02.08.2006 tarihli yazisina bir cok bakimdan katilmaktayim. Not etmek gerekir ki Afganistan'da ki baris gucunde Turkiye'nin oynadigi rol konusunda soylediklerine katilmiyorum. Bana kalirsa Afganistan'da Taliban rejiminin devami insanlik adina buyuk bir ayip olurdu. Bugun Afganistan'da ki durum Rus isgali veya Taliban devriminden daha kotu demek yanlis olur bence. Onun disinda Lubnan ile ilgili tartismaya kesinlikle katiliyorum. Turkiye'nin Israil'in pisligini temizleyip Hizbullahi bastirmaya asker gondermesi kabul edilemez, oncelikle kendi sorunlarimiza egilmemiz dogrudur. Daha da onemlisi BOP'nin Ortadogu insanina, Islam'a, ve Turkiye'ye verdigi zarar kabul edilemez." -Mustafa

Pazartesi günkü yazıda Hizbullah’ın, İsrail’i 2-3 ay öncesinden operasyon yapmaya zorladığını yazmıştım. Bu, hiç kuşkusuz birçok hesabı altüst etti. Şimdi buna karşı Amerika-İngiltere-İsrail hattının nasıl bir hamle yapmaya çalıştığına yakından bakalım:
İsrail’in muazzam bir hava üstünlüğüne sahip olduğu doğru. Hizbullah da uzun soluklu bir savaşa hazırlandığını söylüyor. Şu anda İsrail, kimyasal silah, misket bombaları ve lazer kullanarak çok sayıda sivil öldürmekten başka bir şey yapamıyor. Destan yazan ve kahramanca direnen Müslüman Arapları “korkaklıkla” suçlayan “bir kısım medya köşe yazarları”, bilmiyorlar ki, aslında bizi-Türkiye’yi/Anadolu’yu savunuyorlar; çünkü BOP çerçevesinde sıra bize de gelecektir. Hizbullah’ın birinci amacı, İsrail’i erken hareket etmeye zorlamak, ikinci amacı İsrail kara ordusunu Lübnan içlerine çekmek. Bu ise İsrail’in en büyük korkusu.
Hedef seçilerek öldürülen 4 gözlemcisi için “kınama kararı” bile almaktan aciz BM, 1559 sayılı kararla, Lübnan silahlı kuvvetlerinin bütün Lübnan’a hakim olmasını, yabancı askerlerin Lübnan’dan çekilmesi (Suriye askeri kastediliyordu, bu sağlandı) ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını istemişti. Hizbullah, herhangi bir “örgüt” değildir; Lübnan nüfusunun yüzde 35’ini teşkil eden Müslüman Şii nüfusun içinden çıkmıştır; siyasi bir partidir, parlamentoda ve yerel yönetimlerde temsil edilmektedir; üstelik sosyal hayatın sivil dokusunu elinde bulundurmaktadır. Bir bölgede, mesela il meclisi seçimlerinde 11 üye kazandığı halde, 5’ini Hıristiyanlara vermiştir. Dediği şu: “Nüfus olarak çoğunluk olmamız, azınlığı ezmemiz anlamına gelmez.” Bunun anlamını bizim açgözlü oy hırsızları bilemez. Bu açıdan Hıristiyanlar dahil Sünni, Dürzi ve Emel Örgütü Hizbullah’ı desteklemektedir. Amerika, Lübnan ordusuna 10 milyon dolar vererek Hizbullah’a karşı tavır almasını sağlamaya çalışıyor. Bu aşamada Lübnan Hıristiyanlarının Müslümanlara ihanet etmeleri zayıf bir ihtimal; eğer İsrail’in saldırılarını “fırsat” bilip Hıristiyanlar ABD ve İsrail yanında yer alacak olurlarsa, Lübnan için yeni ve uzun sürecek bir iç savaşa davetiye çıkarmış olacaklardır.

Lübnan’da geniş ve köklü dayanakları olan Hizbullah’ı söküp atmak öyle sanıldığı kadar kolay değil. Kara savaşında İsrail’in ağır darbe yemesi muhtemeldir. Amerika ve Fransa da, “şartlı refleks” gösterip 350 askerlerinin havaya uçurulmasını unutmuş değildirler. Bu durumda Hizbullah’ı söküp atmanın tek bir yolu kalıyor geriye, o da Lübnan’ın güneyine “Uluslararası Barış Gücü”nü konuşlandırmak.

Barış Gücü ya “barışa zorlamak” veya “sağlanmış bir barışı idame ettirmek” üzere bir yere girer. Anlaşılan şu ki, Lübnan’a gönderilmek istenen gücün işi “Hizbullah’ı barışa zorlamak” olacaktır. Oysa Hizbullah liderlerinden Fadlallah haklı olarak “Barış gücü isteniyorsa, bu İsrail’in kuzeyine gönderilsin; çünkü bize saldıran ve barışı bozan İsrail’dir.” diyor.

Türkiye’nin İsrail’e koruyucu kalkan olacak ve Hizbullah’ı tasfiye etme amacıyla kullanılacak bir güce asker göndermesi veya böyle bir askerî güç içinde yer alması büyük bir hata olacaktır. Son günlerde Başbakan “Afganistan’da nasıl teröre karşı savaşılıyorsa...” diye başlayan cümleler kullanıyor. Herkes biliyor ki, Amerika veya NATO, haksız bir biçimde Afganistan’da mevcut durumu daha da içinden çıkılmaz noktaya taşıdılar. Yazık ki Türkiye de bu haksızlığın bir parçası içerisinde yer almıştır. Bizi platonik aşkla seven Pakistan ve Afgan halkının gözünde bizim itibarımız her geçen gün biraz daha düşüyor. Bize Kurtuluş Savaşı’nda bileziklerini, yüzüklerini gönderen Afgan halkına karşı aldığımız bu tutum utanç vericidir. Aynı utanç verici duruma Lübnan’da düşmeyelim. Daha geçen yüzyılda Lübnan bizimdi, bugün işgalcilerin yanında ve stratejik çıkarlarına hizmet etmek üzere oraya asker gönderemeyiz. Din, tarih, Müslümanların ve ezilenlerin vicdanı bunu asla affetmeyecektir

27.6.06

Hüsn- ü kuruntu Oluşumları

Turkiye de yaratilan suni kriz ve cephelesme donemlerinde hep kendini kurtarici ve alternatifsiz goren bir kesim yeni bir olusumla halkin destegini arkasina almaya calisir. Bu tarz olusumlar siyasetimizden eksik olmaz, ama bir taban, vizyon ve program calismasi olmadigi ve ya meclis koridorlarinda ya da Ankara da kapali kapilar ardinda dogduklari icin daha ilk secimde iflas bayragini cekerler. Demokrat Turkiye Partisi, Yeni Turkiye Partisi ve SHP-CHP birlesmesi bu suni ve sonucta basarisiz denemelere sadece birkac ornektir.

Siyaset nasil bir hastaliktir ki ilerlemis yasinda 7 defa basbakan olmus ve Cumhurbaskanligi yapip emekli oldugu sanilan bir insan hala buyuk bir hirsla siyaset sahnesine girmek icin caba sarfetmekte. Yine esi olum doseginde olan ve masabasi siyaseti ile unlu hanimefendi bu sozde "Cumhuriyete sahip cikma" ittifakini kapi kapi dolasarak olusturmaya calismakta. Sizin anlayacaginiz tam bir 28 Subatcilar ve dinazorlar ittifaki. Yine teorik Cumhuriyet ilkeleri uzerinde birlesilecek ama bir program, bir taban, halki pesinden surukleyecek bir sinerji ve politikalar olusturulamayacak. Zaten Cumhuriyetimiz 83. yilinda hala kurtarilmaya muhtac ise zaten, demek ki AKP den cok daha derin sorunlar var ortada.

Bu ittifak girisimleri basarili olsa da, ki olacaga benzemiyor, sandikta, halk tarafindan tafsiye edilen kadrolarin ve siyasi dinazorlarin sadece medyayi arkasina alarak onumuzdeki secimde yeniden iktidara gelecegini dusunmek herhalde ancak husnukuruntu olur. Evet Turkiye'nin AKP ye alternatif yeni olusumlara ihtiyaci var ama ici bos, suni, gunu kurtarmaya yonelik corba ittifaklara degil; kisilikli, vizyonu olan, saglam organizasyonlara ve liderlere ihtiyaci var.

21.6.06

Ingilizce sitemiz Foreignsight acildi!

Bu siteyi ilk actigimizda aramizda genelde Turkiye ile ilgili olan bir sitenin Turkce olmasi gerektigi konusunda anlasmistik. Yalniz aradan gecen bir bucuk sene icinde gelen yogun istek ve bizim daha genis bir kitleye ulasma istegimiz uzerine Ingilizce bir site kurmaya karar verdik.

Yeni sitemiz Foreignsight'ta da Turk siyasetine agirlik vererek, dunyanin gundemindeki konular hakkinda yorum yapacagiz. Yazilarin bir kisimi Acik Gorus'tekilerin Ingilizce tercumeleri, buyuk cogunlugu ise orjinal Ingilizce yazilar olacaktir.

Umariz Ingilizce bilen okurlarimiz Foreignsight'a da ugrayarak degerli yorumlari ile katkida bulunurlar.

14.6.06

Ah Kıbrıs, Kıprıs...

Turkiye dis politikasinin gundeminde 40-45 senedir olan en buyuk mesele herhalde Kibris sorunudur. Gecmiste yapilan yanlislari veya dogrulari tartismanin artik bir anlami yok. Statukonun da Rumlardan baska kimseye, ozellikle de Kibris Turklerine hicbir yarari olmadigi kesin.

KKTC, 1983 yilinda kuruldugundan beri bu devleti tek taniyan ve ticaret yapan ulke Turkiye oldu, kisi basina dusen geliri Guney Kibris in ucte biri durumuna geldi ve hala Turkiye den her sene en azindan yarim milyar dolar yardim ile beslenmekte.

Bundan seneler once Kibris'i ziyaret ettigimde ozellikle Lefkosa'da bir parkta gorduklerim beni cok etkilemisti. Turk tarafinda olan bu park tam yesil hattin uzerinde ve Rum tarafina bakmaktaydi. Dikenli teller ve citlerle cevrili parktan asagi dogru bakinca Rum kesiminde bir cadde, caddede ki apartmanlarin tepesinde de Rum mevzileri ve makinali tufek yuvalari goruluyordu. Ancak parktan belki 2 metre otede 5 metre kadar asagida bulunan bu cadde sanki baska bir sehrin hatta baska bir kitanin sehrinin sokagi gibiydi. Temiz, bakimli, guzel taslarla dosenmis, luks arabalarin gectigi bir Avrupa caddesi idi ve kucuk bir Anadolu sehrine benzeyen Turk tarafi Lefkosa sindan cok farkliydi. Iste hergun bu farki goren Kibris Turkleri de artik statukonun degismesini istiyor ve bu yuzden degisim ve dunyaya acilim isteyen Talat ve partisini iktidara getirdiler. Ancak hicbir ulke tarafindan resmi olarak taninmayan KKTC hukumetinin Turkiye nin destegi olmadan statukoyu degistirmesi mumkun degil.

Gecmisi bir kenara birakip artik bugune ve gelecege gercekci bir sekilde bakmamiz gerekiyor. Hem Turkiye'nin AB ile iliskileri hem de Kuzey Kibris Turklerinin refahi icin bu cozumsuzluk ortamindan cikmak gerekiyor. Ozellikle Annan Planinin onaylanmasindan sonra AB nin bu konuda cifte standartli davrandigini soylemek mumkun ama dunya bizi orada isgalci olarak gordukce Rumlar da hep mazlum gozukuceklerdir. Annan Planini da reddetmelerinin sebebi aslinda gercekten birlesmek istememeleridir, onlari bu konuda sikistirirsak maskeleri dusucek ve oynayacak kartlari azalicaktir. Mesela baslangic olarak Kibris'ta ki Turk askeri sayisi azaltilabilinir.

Hukumet gercekten dis politikada komsularla sifir sorunu hedefliyor ise kucuk hesaplari birakip, Kibris konusunda kacamak davranmak yerine secimlere kadar cozume dogru cesur bir adim atmali, hem tarihe gecip hem de yeniden iktidara gelmeyi hakettigini gostermelidir.

11.6.06

27 Mayis'i bile hala anlayamiyorsak...

2 yillik bir aradan sonra nihayet Turkiye'ye donebildim, kisa bir sure icin de olsa. Gelir gelmez, hasret giderme hengamesi bir yanda, elimde kumanda televizyon kanallarini gezmeye, ne var ne yok ne degismis gormeye calistim.

Neyse, konu bu degil. 25 Mayis'ta geldim, tam da 27 Mayis darbesinin yildonumu uzerine geldigimi farketmemistim, hemen sonrasinda istanbul'un fethinin de yildonumu (31 Mayis) vardi. Ozellikle 27 Mayis'in yildonumunde yazilip cizilenler, televizyon ekraninda konusulanlar, beni hem hayrete dusurdu, hem uzdu, hem de yakin tarihimizin bu kadar onemli bir olayi hakkinda hala birbirine taban tabana zit yorumlarin, onca bilgi, belge, ve kanitlara ragmen hala bu kadar sevkle savunulabilmesi Turkiye'de demokrasiden insanlarin ne anla(ma)digini bir kez daha gosterdi. Ozellikle TRT 1'de Cuma gecesi Konusuyorum'da Aydin Menderes ve Mumtaz Soysal'in (ve birkac akademisyenin) katildigi bir forum vardi ki hani tarihsel bir karsilasma denir ya, tam o cinsten bir karsilasma. Megersem Aydin Menderes, 27 Mayis anayasasinin mimarlarindan ve darbenin o gunden bugune en tutarli savunucularindan, ve hatta denilebilir ki post-facto ideologlarindan, birisi olan Soysal'la daha once hic karsilasmamis. 46 yil rotarli da olsa yerinde bir karsilasma; ikisi de birbirine saygida kusur etmediler.
27 Mayis'a giden surecte iktidar ve muhalefetinin karsilikli uzlasmazlik ve sertlikten dolayi belli bir tikanma yasadiklarinda herkes hemfikir. Birseylerin belki de yolunda gitmedigi, asayisin her yerde istendigi kadar hakim olmadigi da bariz. Fakat, Aydin Menderes'in de dedigi gibi, bu tikanikligi cozecek olan "hakem"in ordunun genc subaylari olusu demokratik acidan savunulabilir mi? Dahasi yaklasan bir genel secim oldugu halde, halkin demokratik hakemligini bir tarafa atip, ordudaki bazi albaylarin kendi aralarinda anlasarak, kendilerinden yuksek rutbeli generalleri, genelkurmay baskanini falan da bertaraf edip, tutuklayip, goz hapsine alip, darbe yapmalari apacik bir kanunsuzluk, anayasasi ve halk iradesini hice saymak degil mi? Boyle bir askeri kalkisma, baska bir yerde olsa cunta, fasizm, militarizm, vs. denebilecek bir ara rejim, nasil oluyor da Turkiye'de cumhuriyeti savunmak olarak lanse edilebiliyor?

TRT'deki Konus-u-Yorum'dan biraz once CNN Turk'te Taha Akyol'un Egrisi Dogrusu'nda Menderes'in Yassiada'daki avukatlarindan Husamettin Cindoruk sahne aldi ve baslarindan gecen feci olaylari anlatti. Yassiada'nin nasil bir hukuksuzluk urunu oldugunu, Menderes basta olmak uzere devlet yonetmis, halk iradesinin vekili olan onca kimsenin nasil kotu muamelelere maruz kaldigini, Menderes'i belki de idamdan kurtaracak ifadeyi verecek tanigin mahkeme tarafindan nasil dinlenmedigini, hatta onun dinlenmesi tarafari olan hakimin nasil bertaraf edildigini, ve kisacasi 27 Mayis cuntacilarinin bir intikam hirsiyla ve hukuk dinlemezlikle Yassiada mahkumlarina yaklastiklarini, ve mahkemenin sonucunun zaten basindan belli oldugunu, ve mahkemenin idamlarda en keskin ifadesini bulan bu onceden verilmis karar ve yargilara kanuni bir goruntu vermekten ibaret oldugunu, detaylariyla anlatti.

Dahasi, 27 Mayis'in olusturdugu Senato, vs. gibi Meclis disi kurumlarin yegane gorevi Meclis'te ifadesini bulan halk iradesine ipotek koymak, onun tecellisini engellemek olup, dogasi geregi anti-demokratiktirler. Dahasi, simdi sol'un ve bilhassa Kemalist Sol ve Ulusalciligin ideologu, entelektuel lideri sayilmasi gereken Attila Ilhan'in da pek cok kereler, kitaplarinda ve konusmalarindan tekrar tekrar anlattigi gibi, 27 Mayis, Amerika Birlesik Devletlerinin onayiyla, ve Menderes'in Sovyetler Birligi'ni ziyaret etmeyi planladigi bir donemde, Turkiye'yi ABD yorungesinde kesinkes tutmak amaciyla da yapilmistir. Elbette darbeyi duzenleyen albaylari en cok motive eden sebep bu dis politika mulahazasi degildir ve olmasi da beklenemez; ama ABD destekli, ve ABD cikarlarina hizmet eden bir askeri darbeyi de ilericilk, solculuk ve hatta sosyalizme acilim olarak takdim etmek de ne derin bir akil karisikliginin ifadesidir onu da buyrun siz dusunun. Turkiye'deki siyasi ortamin dusundurdukleri kisaca boyle.

5.6.06

Laikçi cephe bizi Kuzey Kore yapmak istiyor

Radikal'den Nese Duzel'in eski buyukelci Temel Iskit'le yaptigi roportaj gercekten okunmasi gereken bir parca. Temel Iskit Turkiye ile ilgili cok olgun gozlemlerini aktariyor:

Laikçi cephe bizi Kuzey Kore yapmak istiyor


41 yıllık devlet tecrübem dış dinamiksiz kımıldamadığımız yolunda. Dış dinamik AB'dir bugün. Bu dinamik olmazsa ortada kalıveririz. AB karşıtları sadece otoriter bir rejim istiyor

Türkiye AB'den vazgeçerse Güneydoğu kopar. Babacan başmüzakereci olarak daha çok görünmeli. Çek müzakereci her dakika Brüksel'deydi. AB süreci uzaktan yaşanmaz

Ben son seçimde AKP'ye oy verdim. Çünkü AB'yi destekledi. AKP'nin oyunun tümü İslamcı değildi. AKP'liler çılgın değilse, AB'ye devam ederler. Dış meşruiyete ihtiyacı var AKP'nin


NEDEN? Temel İskit

-Türkiye AB yolunda istekli adımlarını atarken, toplumda bir heyecan ve özgüven vardı. Herkes geleceğe belli bir güven içinde bakıyor, ülkenin geçmişteki siyasi ve ekonomik krizlerden artık kurtulduğuna inanıyordu. Dünyayla ilişkilerimiz barışçı bir eksende ilerliyor, sorunlar tek tek çözülüyordu. Türkiye, Avrupalıları da şaşırtan bir hızla demokrasisini geliştirip çağdaşlaştırıyordu. Toplumdaki bu huzur, hükümetin Avrupa Birliği yolunda hızını kesmesi ve AB'ye mesafeli durmasıyla birlikte bozulmaya başladı. Ülkenin her yanında çeteler ve hukuksuzluk fışkırırken, bombalar patladı, suikastlar düzenlendi. Türkiye bir anda siyasi ve ekonomik açıdan bir belirsizlik içine girdi. Geçmişte AB Genel Müdürlüğü de yapan eski Brüksel Büyükelçisi emekli diplomat Temel İskit'le Türkiye'nin dünyayla ilişkilerini, dış politikadaki hatalarının neye mal olacağını konuştuk.

Türkiye hem siyasi hem ekonomik sorunlar yaşadığı bir döneme girdi. Bu çalkantıların en önemli nedeninin hükümetin AB politikasından uzaklaşması olduğunu söyleyenler var. Hükümetin AB politikalarına eskiye kıyasla daha mesafeli olduğuna katılıyor musunuz?

Katılıyorum. Sekiz ay önce 3 Ekim'de AB'den müzakerelere başlama tarihi alındı. Bundan sonra toplumda AB heyecanının azalması normaldi ama AKP'nin AB ivmesini sürdürmesi lazımdı. AKP bunu yapmadı.

AB üyeliği konusunda hızını ve isteğini, niye kaybetti hükümet?
Türkiye'nin AB üyeliğinin, bu ekibin çok da içinden geldiğine emin değilim. Bir siyasi parti olarak AKP ve başta Başbakan olmak üzere AKP'li yöneticiler, AB üyeliğini içlerinden gelerek kucaklamıyorlar. Onlar AB'yi siyasi gereklilik olarak istiyor. Çünkü şunun farkındalar. AKP'nin dış meşruiyete ihtiyacı var. AKP'nin dış meşruiyeti de Amerikan desteğidir ve AB'ye üyelik sürecidir. Çünkü AKP'li yöneticiler henüz ülkede askeri ve sivil bürokrasiye yaranmış; onların desteğini almış değiller. Ayrıca AKP'li yöneticilerin AB üyeliği hakkındaki bilinci de çok gelişmiş değil. Çünkü AB üyeliğinin felsefesini kavramadılar. AKP'li yöneticilerin kültürleri AB üyeliğine direniyor.

AKP hükümetinin AB konusunda eskisi kadar istekli görünmemesi ve toplumda da AB konusunda yeni bir heyecan dalgasının oluşmaması hükümetin siyasetteki gücünü azaltıyor mu?

Azaltıyor. Bakın... AKP'nin aldığı oyların hepsi eski İslamcıların oyu değildi. AKP, AB sayesinde geniş bir kitleden oy aldı. Ben son yerel seçimde AKP'ye oy verdim. Çünkü AKP AB'yi destekledi. Dolayısıyla AKP'nin iç meşruiyetinin ve siyasi gücünün büyük kısmının İslamcılıkla alakası yok. Bilakis bu gücün, Türkiye'yi değiştirmekle, ülkeyi Batı'ya ve hukukun üstünlüğü gibi yeni değerlere eklemlemekle alakası var. Şimdi AKP'nin, İslamcı tabanının isteklerini takip etmesi, ona büyük prestij ve oy kaybettirir. Nitekim laikçi cephenin AKP'ye en büyük tenkidi 'Bunlar takiye yapıyor. Bunların gizli gündemleri var' iddiası değil mi? AKP, AB'den uzaklaşmakla ve toplumda yeni bir AB heyecanı yaratmamakla gizli gündem kuşkusunu kendi elleriyle artırıyor. Başbakan, belediye başkanlarına 'O gömleği giymeyin' gibi laflar ediyor ama AB'yle ilişkileri lafla kurtarmanın çok ötesine geçildi artık. Bir şeyler yapılması lazım.

devami...

23.5.06

BARAJDAN BAHSEDEN YOK

" Demokratligindan taviz vermeyen, is turbana gelince aslan kesilen AKP, Turk demokrasisinin en buyuk engelini gormezden geliyor. CHP ise farkli degil..."

Gecen secim sonuclarina gore Ankara Ticaret Odasinin yapmis oldugu arastirma sonuclari soyle:

"Yüzde 10 barajlı d’Hondt sistemine göre AKP 366 milletvekili çıkarıyor. Baraj yüzde 5’e düştüğünde milletvekili sayısı 266’ya baraj tamamen kalktığında ise 262’ye düşüyor. Aynı şekilde Yüzde 10 barajlı d’hondt sisteminde 184 milletvekili çıkarabilen CHP, baraj yüzde 5’e düştüğünde 117, baraj kalktığında ise yine 117 milletvekili çıkarabiliyor. Yüzde 5 barajında DYP nin 44, GP’nin 28, DEHAP’ın 53, ANAP’ın 8 milletvekili, baraj kalktığında da aynı kalıyor. MHP’nin milletvekili sayısı da 34’den 33’e düşüyor. Baraj kalktığında Saadet Partisi 4, BBP ise 1 milletvekilliği kazanıyor."

Ilk goze carpan sonuclara gore eger Turkiye'de baraj sistemi uygulanmiyor olsa, AKP'nin anayasayi degistirme ve keyfi Cumhurbaskani secme sansi kalmiyor. Yine bu sonuca gore DTP ciddi bir grupla meclise girebiliyor.

Eger yuzde on baraji olmasa Turkiye'de neler olurdu, neler olmazdi bir bakalim:

1- Oy veren nufusun ucte birinin oyu cope gitmezdi... Bu oyle kolay yutulacak lokma degil, sen bir demokrasiden bahsediyorsun ki oy vermeye gitse bile halkin ucte biri yonetimde soz sahibi degil. Bu o surekli savunmaya calistigimiz Cumhuriyetin temellerine aykiri degil mi? Egemenlik kayitsiz sartsiz milletin mi? yoksa Egemenlik kayitsiz sartsiz milletin ucte birinin mi?...

2- Cumhurbaskanligi secimi tartismasi ve bu secim oncesinde bu olayla iliskilendirilen icine Danistay cinayetinin de dahil oldugu siyasi entrikalar silsilesi yasanmazdi... Bu tartismalarin temelinde temsili dengesizlik yatiyor, halkin buyuk kisminin gorusleri baraja takilmasa belki siddet yerine baska eylemlerle sonuca ulasilacakti...

3- Kurt sorunu son bir senede yasadigi alevlenmeyi yasamaz, onca sehit vermezdik... Kurt sorununu kokten red etme mantalitesi devam edemez, su anda dusunceler ne kadar farkli olursa olsun sorunun cozumune yonelik ciddi adimlar, atilmasi gereken yerde, Turkiye Buyuk Millet Meclisinde atilirdi. Tabi DTP milletvekilleri daha once yaptiklari vasifsizligi gosterip Meclise hakarete kalkismis olsalardi o zaman bunu o kadar rahat soyleyemezdim ama onlarinda artik derslerini almis olacaklarina naif bir inancim var. Tabi bu durumda yabanci parlamenterler Diyarbakir yerine Ankaraya giderlerdi...

4- Avrupa Birligi projesi icerideki destegini bu denli hizli yitirmezdi.

Uzun lafin kisasi bugun Turkiye'nin yasadigi bircok siyasal dengesizlik daha iyi ortulur, milletin farkliliklari meclise tasinip burada eritilebilirdi (ideal meclis tabi bu).

Peki ne oldu? Demokrat gecinen parti, sistem isine geldigi icin ses cikarmadi. Cumhuriyetci gecinen partiye ise deginmek bile istemiyorum cunku "basiretsiz siyaset" tamlamasina anlam katiyorlar...

Sadece onlar mi? Hayir, ulkenin yuzde 8'i civarinda oy alan bir partinin mecliste konusmasindan cekinenlerde bu sistemi desteklediler. Tek parti iktidari isteyen is cevreleri de yine bu sistemin arkasinda idiler. Bir cok kisi is dunyasinin bu istegini mantikli bulabilir fakat atladigimiz bir sey var- Eger baraj daha erken veya bu secimler ile kaldirilmis olsa, o zaman secmen ve siyasi partiler kendilerini ona gore organize edip yine tek parti iktidarini mumkun kilacak guclu ve en onemlisi KALICI partiler olusturacaklardi. Is dunyasinin market teorisinden dolayi bunu iyi bilmesi gerekirdi ama demek ki onlar da yolun basinda! Ayni fiyatlara baraj uygulamasinin yarattigi ekonomik zarar gibi, oylara yapilan baraj da demokratik bir zarar yaratiyor ve bunu en basta gormesi gereken is dunyasi bile es geciyor.

Ben sahsim adina bu baraji hakli kilan tek bir sebep bile goremiyorum ve bu konunun nasil olupta cok atesli bir munazaraya donusmedigini anlamakta zorluk cekiyor hatta hayrete ve dehsete dusuyorum.

Sevgiler,
Mustafa Domanic

NOT: Bundan 2-3 yil once bir Bodrum gezisi sirasinda AKP ilce baskanliginda "Hakimiyet Kayitsiz Sartsiz Milletindir" yazisini gorunce sasirmistim. Nasil oluyorda 350nin uzerinde milletvekili olan bir parti Meclisin duvarinda ne yazdigini bilmiyor!!! Dogrusu soyle olacak: "EGEMENLIK Kayitsiz Sartsiz Milletindir". Bu konuda biraz dusununce Hak kelimesinin Allah'in varligina yaptigi atiftan dolayi Turkce olan 'egemenlik' yerine Arapca olan 'hakimiyet' kelimesinin kullanildigi sonucuna vardim. Bilmiyorum cok mu zorladim, belki de sadece cehalet...

20.5.06

Korku Imparatorlugu

Senelerdir Turkiye yi korku ile yonetenler yine isbasinda! Irtica ve teror Cumhuriyetimizin en buyuk dusmani diye insanlarin beynini yikayanlar, Cumhuriyetin 75. yil kutlamalarini sinsi planlarina alet edenler, Turkiye yi Muz Cumhuriyetine cevirenler, son olaylardan sonra yine dislerini gosterdiler. Insan Danistay'a yapilan saldirinin nasil abartildigini, kullanildigini, kimin veya kimlerin isine yaradigini gorunce, arkasinda bu Korku Imparatorlugunun olabilecegini dusunmeden edemiyor.

Yine korku icinde sokaklara dokturulen halk: "Turkiye Iran Olmayacak!" sloganlari atmakta. Turkiye ile Iran in arasindaki sosyal, tarihsel ve dini farkliliklari kavrayamayan sozde egitimli halkimiz "mollalar geliyor", "hepinizi zorla kapaticaklar" tehdidleri ile bu Korku Imparatorlugunun piyonlari yapiliyor. Turkiye de gercekten egitimli, acik fikirli, tarihten ders almis ve tablonun tumune bakabilenler, olanlarin farkinda olmalarina ragmen seslerini cikaramiyorlar cunku onlar da korku icinde. Daha once sesini cikarmak isteyenlerin ya islerinden oldugunu ya da olum tehditleri aldigini biliyorlar. Bu imparatorlugun hissedarlari yargi, ordu, medya, burokrasi, meclis ve is dunyasinda onemli pozisyonlari olan insanlar. Belki bazilarinin birbirleri ile baglantilari gevsek ve buyuk bir komplonun parcasi degiller ama hepsinin cikarlari Turkiye nin siyasi ve sosyolojik yapisinin degismemesinden yana. Sermayenin, gucun, iktidarin ellerinden kayip gitmesini izlemek istemiyorlar dogal olarak.

Sivil toplum, insan haklari, ozgurlukler, demokrasi derken millet ve devlet uzerindeki kontrollerinin gevsedigini bildikleri icin, ulkeyi bolecekler diye AB ye de karsi cephe almis durumdalar. Halbuki senelerdir ulkeyi kamplara bolen, korku ve tehditle yonetenler de onlar. Bu kucuk azinlik tabi ki tek basina ulkeyi yonetemiyor ve o yuzden bu Korku Imparatorlugunu kurmuslar, ya insanlarin korkularini kullanarak onlari yanlarina cekiyorlar ya da direk tehditlerle dusmanlarini sindiriyorlar. Tabi ki bu korku ve tehdit uzerine kurulmus duzen sonsuza kadar yasayamaz ancak oncelikle butun bu kuru gurultunun uzerine cikip gectigimiz 30 senede yasananlara bakip ayni tuzaga tekrar tekrar dusmememiz lazim.

17.5.06

PEMBE TABLONUN HAZIN SONU

Bir onceki yazida Danistay'da yasanan, Ertugrul Ozkok'un, 'Turkiye'nin 11 Eylul'u' diye tanimladigi, vahim olaydan sonra CHP'nin uzerine dusenleri yazmistim. Bugun gazeteleri okurken Mehmet Ali Birand'in da benimle ayni noktaya dikkat cektigini gordum, CHP bunu bir siyasi rant firsati olarak gormemeli... Olayin hemen ardindan AKP ve olayin sorumlulariyla ilgili yazmak yerine CHP ile ilgili yazdim cunku olay tazeyken duygularimin AKP hakkinda objektif yorum yapmaya el vermeyecegini dusundum, CHP'nin rolunu bicmek daha kolaydi cunku... simdi AKP...

Her ne kadar CHP'nin gerilimi arttirmamak adina bu olayi AKP'ye karsi kullanmasinin yersiz olacagini soylesemde bu olayda AKP'nin cok ciddi sorumluluk tasidigini inkar edecek degilim. Basbakan, Mersin'de ciftcinin anasiyla ilgili yorumlarindan sonra katildigi kongrede yaptigi konusmanin hesabini bugun vermek zorundadir. Cunku Basbakan o konusmada, ciftciye ve dolayisiyla halka yaptigi terbiyesizligi bu sefer devletin yuce kurumlarina yoneltmis ve Danistay kararlarindan bahsederken Danistay'a 'Efendi' diye seslenmis, yapmakta oldugu asil goreve ihanet ederek devletimizin en temel kurumlarindan birini kendi capinda assagilamistir. Bu denli kendini bilmez ve sorumsuz bir tutum Basbakanlik koltugunda oturan kimsenin hakki olamaz. Basbakan seviliyor, halki anliyor olabilir ama bir lider olmak bundan fazlasini gerektirir. Liderlik sorumluluk almak, hataya yer vermemek demektir. Bizim Basbakanimiz bu hususlarda basarisiz olmustur. Bu nedenle Basbakan dunku cinayetin ardindan kendini gercekten hak ettigi bir felaketin ortasinda bulacaktir cunku Mersin'de o ayni kongrede kendi agzindan dokulen sozcukler gibi "Turkiye yol gecen hani degildir!". Basbakan dini siyasete alet etme hastaliginin sonuclarina kendisi katlanmak zorunda oldugu gibi Turk milletini de bu vahim hatalarindan dolayi magdur etmistir. Hesap zamani yaklasmaktadir.

Adalet ve Kalkinma Partisi, kalkinma konusunda sirtini IMF, kuresellesme ve Dervis'in programina yaslamis, aslinda yeni hic birsey getirmeden bekleneni ve soyleneni yapmistir. Adalet konusunda ise Turk milletinin 80 yildir yasadigi en kotu donemi getirmistir. Kanunlarimizin yarim yamalak reformlarla kevgir haline getirilmesinden sonra yargi kurumlarinin sayginligini ve etkinligini yitirmesine, hatta kalles kursunlara acik hedef olmasina izin veren bir partidir AKP. Turkiye'yi yoneten sozde adaletin partisidir ama Turkiye'de adalet var midir? Turkiye'de adalet her gecen gun daha da erimekte, Turk toplumu orman kanunlarina bir adim daha yaklasmaktadir. Satirla ogrenci kesenler, ideolojik cinayetler, adam oldurup 5 aya cikanlar, Agcalar, Pekerler, pislikler, kallesler AKP doneminde, ayni sivrisinegin bataklikta uredigi gibi son hizla uremislerdir. Burada suc tabi ki sadece hukumetin degil ama bu gelismeleri gormezden gelme, acik acik sabika kaydi bulunan Vakit gazetesini favori gazete ilan etme (bkz Abdullah Gul) gibi yaklasimlari ile durumun bu noktaya gelmesine buyuk katkilari olmustur. Turban meselesini secime alet eden, imam hatipli adama yirmiucnisan konusmasi yaptiran, sikmabasli kizlari meclise sokup turku okutan AKP bu cinayetin sorumlusu degildir de kimdir?

Yapmaya calistigim onlar-biz ayirimi degil. Bugun ulkenin en buyuk eksigi birlik ve beraberliktir, laik-dinci, ulkucu-solcu ayrimlarinin bizi getirdigi noktalara bakip bu eksiklige goz yasi dokmemek neredeyse imkansiz. Iste bu noktada liderlere dusen gorev bu ayriliklarin giderilmesiyken Tayyip Erdogan ve kurmaylari yoldan sapmis, oy kaygisi ile bu ayrimi guclendirecek hatalar yapmislardir. Erdogan'in Malezya'da Islami bankacilik ile soyledigi seyler gurur ve umut vericiydi halbuki, Islam'in yasadigimiz dunya sartlari icinde yeniden algilanmasinin, ilericilige olan gereksinimimizin altini cizmesi benim gururumu oksamisti fakat yurt icine dondugunde secim kaygisiyla o sikmabas turbanlara takili kalmasi onu yetersiz kilmaya yeter benim gozumde.

Tum Turk milletine buyuk gecmis olsun, siyaset ve ekonomimizdeki pembe tablonun sonunun geldigine inaniyorum. Keske Tayyip Erdogan yeterli olsaydi, keske Malezyada'ki tavrini buraya tasisa, keske sorumluluklarina daha iyi sarilsaydi. Ondan otesi laik ve modern yasam tarzinin bu milletin temel taslarindan biri olduguna inanan, yani benim gibi dusunen, kimseler keske korkmasalar, cocuklarini magazinle zehirlemek yerine ulkelerine sahip cikmayi ogretselerdi...

Tabi keskelerle vakit kaybetmemek lazim, onumuzde secimler var. Bana kalirsa bu son olay AKP'nin erken secime gitmesini gerektirmekte, cunku her ne kadar 5 yil boyunca ofiste kalmayi hak etmis olsalarda su anda temsil ettikleri oranda oy almadiklarini onlar da biliyorlar ve haksiz kazanimlari olan bu gucu biraz daha kotuye kullanirlarsa sistemin kurumlarinin baskisinin dayanilmaz hale gelicegini ongoruyorlardir. Tabi bu baski su an itibariyle askeri darbe tehtidi disinda etkin bir form kazanabilir mi o da ayri bir soru isareti. Sirtini orduya yaslayip goz gore gore kaybettigimiz degerlerimize sahip cikmak yerine surekli sikayet eden kesime sormak gerek tabi bunu : Nasil olurda CHP'nin alternatifi olmaz? olmayacaksa nasil olur da Baykal yonetimi CHP'de kalir?

Son olarak bu olayin isiginda bir ders cikartilmasi gerektigine inaniyorum. Bu ders, guc kullanarak bir dusunceyle, veya o dusuncenin yanlis anlasilmis versiyonlariyla savasamayacagimizdir. Guclu bir fikirle karsi savasmanin tek yolu baska bir fikirdir... O hep sigindigimiz, gereksiz yere tanrilastirdigimiz Ataturk bunun bilincinde oldugu icin yaratici ve basarili bir liderdi, bugun duruma bakip soylenenler (basta CHP) guclu fikirler uretmekte zorlandiklarini itiraf edip bunu degistirmek zorundadir. Yoksa yasakla ne mollalik, ne sikmabas, ne kadin dovme degismez bu ulkede...

*Resim hurriyet gazetesi internet sitesine aittir.

MENEMEN, DANISTAY, CHP


"Menemen olayinin Serbest Cumhuriyet Firkasi'na yuklenmesini ve bu siyasi olusumun onunun kesilmesini bugun tekrar hatirlamak gerek. CHP Danistay'da yasanan aci olayi AKP'yi yipratmak icin kullanmaya calisirsa Menemen'de yaptigi hatayi tekrarlar ve ulkemizde serbest ve demokratik dusunceye darbe vurur."

Ataturk'un vasiyetini yerine getirmeyen, dil ve tarih kurumlarina keyfi kararlarla haklari olan payi vermeyen, ote yandan 25 milyon dolarlik genel merkez insaati tamamlayan CHP, Cumhuriyet'in ve laik duzenin koruyucusu olamaz. Baykal, 'dil ve tarih kurumlari Ataturk'un miras biraktigi kurumlar degildir' diyerek kanun tanimazligin, keyfiyetin ve bana kalirsa yuzsuzlugun sinirlarini asmis, kelimenin tam anlamiyla haddini bilmez davranmistir. Baykal'a sormak gerekir "Bugun CHP, Ataturk'un mirasini biraktigi kurum mudur?" Isin aslina bakilacak olursa CHP, dil ve tarih kurumlarindan daha ciddi degisikliklere ugramis ve Ataturk'un mirasini haketmeyen bir hale gelmistir. Her firsatta siyasetlerini Ataturk ile ozdeslestirmeye calissalarda belki de Ataturk'u en az anlayan siyasi olusumlardan biri olmayi basarmislardir.

Menemen olayi oncesinde bizzat Ataturk'un kurulmasina on ayak oldugu ve yakin arkadasi Fethi Bey'i liderligine onerdigi Serbest Cumhuriyet Firkasi, Izmir'de bir miting duzenlemistir. Iktidari yitirme panigine kapilan CHP bu mitingi basin yoluyla provoke etmis, olaylar sonunda bir cocuk olmustur. Bu olaylardan hemen sonra Menemen'de silahsiz bir subay'in gericiler tarafindan sehit edilmesi olayi ise yine CHP tarafindan siyasete alet edilmis ve SCF'nin sonu getirilmistir.

Bu olayin Danistay'da bugun yasadigimiz vahim durumla karsilastirilmasi, onumuzdeki gunlerde Turkiye'de olusmasi beklenen siyasi ortama isik tutmasi bakimindan muhimdir. Karsilastirma yapildiginda SCF, AKP'ye oranla yuzu batiya daha donuk, en azindan goruntu acisindan AKP'den daha 'batili' bir siyasi olusumdur. Yani CHP'nin baskisiyla son bulan 'gerici' SCF gitmis yerine AKP gelmistir. Buradan iki sonuc cikarilabilir: 1- CHP gericiler ile mucadele yontemlerinde basarisiz olmus, ozgurlukleri kisitlayarak aldiklari 'onlemler' geri tepmis ve daha da vahim bir hal almistir. 2- CHP'nin iktidarda kalmak icin kullandigi yontemler daha beter geri tepmis, CHP meclisin disinda kalmis ve ancak siyasi caresizlikten yuzde 17 oy alarak geri girebilmistir. Bir sonraki secimlerde ise meclise girmesi suphelidir.

CHP bir sinavin esigindedir. Eger kendi gecmislerine bakip yukarida bahsettigimiz iki cikarimi yapar ve bunun isiginda sag duyulu davranirlarsa basarili siyasetin temel ilkelerinden olan degisme ve gelismeyi saglamis olurlar. Yok bunu bir firsat olarak degerlendirip zaten gergin olan siyasi tabloya korukle giderlerse hem yine kendileri hemde ulkemiz kaybedecektir. Sirtini devletin kurumlarina yaslayarak, halktan kopuk, adeta umursamaz siyasetler izleyerek CHP bu ulkeye yarar saglayamaz. Cumhuriyet'in, laik duzenin militanca korunmaya ihtiyaci olmamalidir, bu ihtiyaci doguranlar yine o koruyuculuga siginmak isteyenlerdir.

9.5.06

Vizyonsuzluk

Hep getirdigi yeni siyaset ve hizmet anlayisi ile ovdugumuz AKP ne yazik ki secim gunu yaklastikca Turk siyasetinin sig ve klasik populist politikalarina bir donus sergilemekte. Turk siyasetinin degisimine ve modernizasyonuna onculuk edecegini dusundugumuz AKP hukumeti hem kendi icindeki hazimsizlik ve vizyon eksikliginden, hem de degisime direnen sistemin dis etkenlerinden dolayi nefessiz kalmis durumda. Sadece cok calismakla degil vizyon yaratmak, siyaset uretmekle basarili bir iktidar olunabilinir, sonucta Turkiye Cumhuriyeti bir belediye baskanligi degildir. AKP her ne kadar bazi projelerle ve bir muhafazakar demokrat cerceve ile ise baslamissada ozellikle ic siyasette karsisina engeller ciktikca bu engelleri yeni siyasi manevralar veya yeni bir vizyon ile asmayi becerememis, ya geri adim atmis ya da basit agiz dalaslarindan oteye gecememistir.

Erdogan'in Diyarbakir da ki konusmasi ve Kurt Sorununu gundeme getirmesi, AB icin yapilan azinlik reformlari ile birlikte Turkiye nin dogru yolda gittiginin isareti idi. Ancak PKK eylemlerinin siklasmasi, protestolar ve milliyetciligin Turk kamuoyunda yukselen bir deger olmasi AKP nin pozisyonunu yeniden ayarlamasina sebep oldu. Gecen hafta Newsweek de cikan Turkiye ile ilgili yaziyi okuyunca bunu daha iyi gorebiliyorsunuz. Her ne kadar dergi bu degisimin sonuclarini abartmis ve sansasyonel hale getirmis olsa da AKP ve Basbakan da ki bazi onemli soylem degisikliklerine parmak basmis. Hem ekonomide hem siyasette gunu kurtarmaya yonelik populist politikalara son verme iddasi ile iktidar olanlarin bu zig-zag politikalari eski aliskanliklarin hala devam ettigini ve bir vizyon eksikligi, bir misyon belirsizligi oldugunu gostermekte. Surekli tabani, orduyu ve yerlesik duzeni, veya merkez sagi mutlu etmek arasinda gidip geliniyor. AK Parti artik toplama ve kisilere endeksli bir parti olmadigini kanitlamak ve programini uygulamak zorunda.

Dis siyasette AB ye tam uyelik ve komsularla iyi iliskiler ekseninde planli ve programli bir siyaset yurutulurken ic siyasetteki bu tikanma sadece medyaya veya bazi dinazorlasmis kurumlara veya kisilere atfedilmemeli, AKP nin vizyonsuz siyaseti de bu cozumsuzlugu ve sonucunda hem toplumda hem de AKP de olusan asabiyetin sorumlusudur. Sucu hep baskalarina atarsaniz hicbir zaman ozelestiri yapamazsiniz ve AKP Turkiye nin gelecegine damga vurmak ve kalici olmak istiyorsa ozelestiri yapmak zorundadir. Her ne kadar bazi partililer ozelestiri yapmaya calissada, Turkiye de ki siyasi kulturun bunu bir ic muhalefet gibi gormesinden dolayi, bu sesler hep ciliz kalmakta ve Basbakan Erdogan tarafindan ciddiye alinmamakta.

Onumuzdeki secimlerde AKP yi ve Erdogan'i zorlayacak ve toplumun genis bir kesimine hitab edecek bir parti veya lider gozukmediginden olasi ikinci bir AKP iktidarinin hala bu acmazlar icindeyken memlekete ne kadar yararli olacagini da sorgulamak gerek. Belki birbirlerini yemekten paralize olan koalisyon hukumetleri doneminden cikmis olabiliriz ama Turkiye sadece cok calisan degil artik ayni zamanda Turkiye icin bir vizyonu olan ve bunu planli, programli bir sekilde asama asama gerceklestiren ve halka anlatabilen bir hukumeti hakediyor. Daha once de yazdigim gibi (bkz. AKP'nin iktidar sendromu) citayi yukselten AKP'nin Turkiye nin siyasi partiler mezarligina gomulmemek icin surekli kendini yenilemesi ve asmasi gerekmekte.

30.4.06

Yeni Kutup Çin!

Ozelikle son 10-15 senedir duydugumuz hikaye hep Çin in soyle gelistigi, boyle buyudugu, bundan 20 sene sonra Amerikan ekonomisini sollayacagi ve "Uyuyan Dev" benzetmeleri idi. Bunlar Çin hem teknolojide hala geri oldugu hem de uluslararasi iliskilerde agirligini koyamadigi icin ciddiye alinmiyordu. Çin in ortalama %10 gibi inanilmaz bir buyumeyi surdurebilmesi ve hem teknolojik acidan gelismis ulkeleri yakalamasi hem de WTO ya girip dunya ticaretinde soz sahibi olmaya baslamasi Çin ile ilgili ongoruleri tahmin olmaktan cikarip bir "Uyanan Dev" gercegine donusturdu.

Ozelikle Newsweek de gecen hafta cikan bir yaziyi
okurken Çin in post-Sovyetler dunya duzeninde nasil yerini almaya basladigini gorebiliyorsunuz. Afrika ve Guney Amerika ulkelerine buyuk miktarlarda borc veren, devlet destekli sirketleri yurtdisinda buyuk ihaleler alan ve yuruttukleri pragmatik dis politika ile seslerini daha fazla cikarmaya ve duyurmaya baslayan bir super guc var karsımızda. Ozellikle 2008 Pekin Olimpiyatlar in da tum dunyaya artik uyuyan devin uyandigini gostericeklerdir kanisindayim.

Çin yavas yavas su anda ABD ye endeksli ve tek kutuplu gozuken dunya duzeninde, ideoloji ve yonetim sistemlerinden cok dis politikaya bakis acilarindan dolayi ABD ile catisan yeni bir kutup yaratacaktir. Artik kreditor ve politik hami olma durumuna gelen Çin, ekonomisi ve askeri gucu gelistikce A.B.D. ye daha fazla karsi durmaya ve yurtdisinda baslattigi girisimleri korumaya yonelik A.B.D. dis politikasi ile celismeye baslayacaktir. Bu yeni dunya duzeninin ne kadar istikrarli olacagi, gelismekte olan ulkeler icin ne gibi firsatlar yaratacagini veya yeni bir soguk savasa hatta gercek bir medeniyetler catismasina donusup donusmeyecegini hep birlikte onumuzdeki on sene icinde gorecegiz.

28.4.06

ERDOĞAN EKONOMIDEN ANLAMIYOR – PROGRAM ALARM VERIYOR


“Türkiye ‘takır takır’ borc odeyen ulke haline geldi diyen Erdoğan ekonomiyi basite indirgiyor…”


Erdoğan’ın Istanbul taksi şöförlerinin birebir yansıması oldugunu Mersin’li ciftciye ‘Artistlik yapma lan, al ananı da git burdan’ dediğinde anlamıştık. Ama bir onemli benzerlik daha var: her şeyi bildiğini sanması. Hoş tabi bu sadece taksi şoforlerine değil, tüm Turk milletine ve dolayısıyla bu yazıyı yazan şahsıma da ait bir tavır. Fakat Başbakan olmanın getirdiği sorumluluk kisiyi bu tarz yaklasımlardan arınma ve bu tip duşuncenin getireceği ciddi kotü kararları engellemeye zorlamalı. Erdoğan bu konuda başarısız, stres kat sayısı artınca kontrolü kaybedip olgunlaşmamış aciklamalar yapabiliyor. Ozelikle makroekonomi gibi anlaşılması çok çok zor olan teknik konularda durumu basite indirgeme yaklaşımı çok ciddi pişmanlıklara sebep olabilir. Erdoğan’in bu tavrını Türkiye’nin makroekonomik dengeleriyle ilgili yaptığı tamamen olumlu yorumlarda net bir şekilde gorebiliyoruz. Evet, Türkiye son yıllardaki gorüntüde borçlarının finansmanını kolaylaştırmıştır, fakat bu finansman kolaylıgı kesinlikle uzun vadeli bir ekonomik ferahlamanın garantisi degildir. Evet, Turkiye bütce planlamasında başarı goştermistir fakat cari açık gitgide büyümekte ve hatta o rahat rahat odediğimiz borç havuzu da her geçen gun genişlemektedir. Petrol fiyatlarının 75 dolari gorduğu bu gunlerde, makroekonomik planlama yapan, Türkiye gibi petrol bağimlısı ulke stratejistleri diken ustunde olmalıdırlar, çunku işin gerçeği şu ki Türkiye’nin borç finansmanında piyasalara akan sıcak paranın ciddi bir etkisi var ve eger işler kuresel duzeyde ters giderse bu paranın goreceli olarak riskli bir pazar olan Türkiye’den yavaş yavaş uzaklaşması kaçınılmaz. O yuzden atılmasi gereken mutlak adımlar, iş imkani yaratma ve sıcak paradansa fabrikalara ve gerçek yatırımlara donuşen sermayeyi kuralıyla ulkede tutmaktır. Ekonomik program yapmak kolay bir iş degildir ve hata kaldırmaz. Hatırliyoruz ki Abdullah Ocalan’in yakalanmasıyla iktidar olan DSP, ekonomik kriz sonrası yuzde birden daha az oy alabilmiştir, bu tarz bir olayı ne AKP nede Turkiye bir kere daha kaldırabilir. Tabi birde beklentiler meselesi var. Benim bu yazıyla yapmayı amaçladığım kesinlikle kriz pazarlamacılığı yapmak, eğer işler kotu giderse bakın ben demistim diyebilmek değil. Bilinmelidir ki beklentiler ekonomiyi bire bir etkiler, kısacası hepimiz bir kriz bekler olursak, kriz kaçınılmaz olur. Muhalefet partilerinin kriz soylentileri uzerinden AKP’yi baltalama girisimi bu ulkeye ihanet olur diye dusunduğum icin ben kesinlikle bu anlamda yorumlar yapmayı hedeflemedim. Tek amacım Erdoğan’in kendini aşan konuları aşiri basite indirgeyerek halka zarar verebileceginin altını çizmek ve kendi çapimda bir uyarı gondermek...

Erdoğan, Ali Babacan gibi işinin ehli kimselerle çalışmanın meyvelerini bir yere kadar topladı diyebiliriz. Fakat unutulmamalıdır ki Ali Babacan’da dahil tum profesyoneller etki altında kalabilir, hata yapabilir. Bunun en açık orneği ise Merkez Bankası başkanlığı pozisyonuna atama yapılmasinda geç kalınması ve AKP’nin ozerkligi bir numaralı onceligi olan bu kuruma kendi siyaset cizgilerine yakin bir kimseyi yerlestirme istegine karsi Babacan’ın farklı bir tavır sergileyememesidir. Serdengecti’nin tekrar atanmaması buyuk bir hata oldugu gibi, atamanın yaklaşık bir ay geciktirilmesi ve sonucunda skandala donuşmesi kabul edilemeyecek bir durumdur. Hele hele Al Baraka Turk başkanını bu pozisyona getirmeye kalkmak bu isi yeterince ciddiye almadıklarının bariz bir gostergesidir. Merkez bankasi ataması ile turban tartısmasının yollarının kesişmesi tesaduf olamaz ve medyanın suçu degildir, suç tumuyle hukumetindir. Umuyorum ki yeni atanan merkez bankasi baskanı bu gorevi layıkıyla yerine getirir ama ben bunun yapilabilecek an iyi atama olduğu kanısında degilim ve Turk milletinin kaderine tesir edecek bir konuda hukumet en iyisini yapmaya mecburdur, yapmadıysa hatalıdır. Erdoğan bu konuyu da kendi oyun alanı olan siyasete ve demogojiye dokerek milletin gozlerine perde cekmistir ama unutmayalim ki ruzgar eken, fırtına biçer.

Mustafa Domanic

25.4.06

Açık Görüş pekçok değişik siyasi düşüncenin ifade edildiği bir forumdur.

Cumartesi akşamı (22 Nisan'ı 23'üne bağlayan gece) benim Chicago'yu ziyaretim sırasında hem Serim hem de Mustafa arkadaşımızla ayrı ayrı ve hep beraber görüşmek fırsatı oldu. Halihazırda yazmış olduklarımızdan aşikar değilse bir kez daha tekrar etmekte fayda var ki bu blog'un yazarları arasında siyasi, ideolojik, vs. bir görüş birliği yok. Hatta kendi adıma konuşmak gerekirse benim değişik konulardaki görüşlerim dahi herhangi bir siyasi platforma yakınlık arz etmiyor. Bazı konularda 'sol' bazı konularda 'sağ' bazı konularda ise Türkiye siyasetinde var olmayan görüşler öne sürebilirim ve sürüyorum da... O yüzden blog'umuzu topyekün solcu veya sağcı, liberal, muhafazakar, milliyetçi, vs. şekilde adlandırmak yanlış olur. Bu da böyle biline...

21.4.06

Hukuk devletinin bittigi yer

Yine modern bir hukuk devleti olark dusundugumuz Turkiye de olamayacak dedigimiz olaylar olmaya devam ediyor. Ne yazik ki Semdinli Iddanamesi ile gundeme damgasini vuran Van Savcisi Ferhat Sarıkaya Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafindan meslekten ihrac edildi. Bu karar bundan sonra Silahli Kuvvetler ile ilgili herhangi bir sorusturma yapacak savcilarimizi nasil etkileyecektir artik bunu siz dusunun. Semdinli olaylarinda Silahli Kuvvetlerimizin parmagi olsun veya olmasin, Van savcisinin Genelkurmayin cesaretlendirmesi ile afaroz edilmesi TSK yi tohmet altinda birakmaya yetecektir.

28 Subat doneminde saga sola delilli veya delilsiz iddanameler savuran Nuh Mete Yuksel ve Vural Savas lar kahraman ilan edilirken, Van savcisi Jandarma dan rapor istiyor ve bir komutan in adini iddanamesinde kullaniyor diye meslekten ihrac edilebiliniyorsa, politik iklimin ve "dokunulmaz" ordumuzun yargiyi nasil etkiledigi sanirim artik gozler onune serilmistir. Yargi sistemimiz iflas alarmini bu olay vermiyorsa acaba halkimiz ve hukumetimiz ne zaman uyanacak?

Gercek bir hukuk devleti olamadikca ne yaparsak yapalim ne demokrasi, ne insan haklari, ne de ekonomi konusunda gercek bir ilerleme kaydedilemeyecek ve cikarilan kanunlar, yapilan tasarilar hep hayali bir ilerleme hissi vermekten oteye gecemeyecektir. Hukumetler veya gucu elinde bulunduran elitler yargiyi istedikleri gibi yonlendirdigi surece Turkiye de hicbir kimse veya kesim yarginin haksiz muamelerlerden muaf olmayacak ve bugun yargiyi maşasi olarak kullananlar birgun ayni yozlasmis adaletin kurbanlari olacaktir.

3.4.06

Sokaga dokulen herkes terorist mi?

Yine Turkiye sokak gosterileri ve catismalari ile calkalaniyor. Herkesin kafasindan bir ses cikiyor, bazilari kafa koparmaya, bazilari ise bu olaylardan politik rant edinmeye calisiyor, bu yuzden AB surecini durdurmak isteyenler bile var. Bakin Fransa da once azinliklar sonra da universite ogrencileri sokaklara dokuldu, polis ile catisti, arabalari, dukkanlari yakip yikti ama Fransa devleti bunlari terorist ilan etmedi ya da hapise atmadi. Tabi ki PKK gibi bir orgutun sempatizanlari veya gerillalari yakalanmali ve cezalandirilmalidir ancak her vatandasimiz, her iscimiz, ogrencimiz gibi Kurt vatandaslari da sorunlarini demokratik haklarini kullanarak dile getirebilmelidir ancak tabi ki provaskasyonlara kapilmadan, siddedete basvurmadan. PKK ile Silahli Kuvvetlerimiz arasindaki catismadan en buyuk kaybi goren bolge halkidir, ve catismalarin, cenazelerin yeniden cogalmasinin yarattigi umutsuzluk ve psikoloji anlasilmalidir. Olaylarin baslama sebebi 14 PKK mensubu gencin oldurulmesi ile baslayan infial, yani PKK nin provakasyonu, ama olaylari buyumesine sebep olan mudahale sirasinda 6 kisinin daha hayatini kaybetmesi, yani devletin provakasyonu, hala surmesini saglayan ise sorumsuz, dusuncesiz aciklamalardir. Bu olaylara daha baskici, sert politikalarla karsilik verilirse, OHAL donemine geri donmemize, Sener'in de soyledigi gibi Turkiye nin bir 10 yil daha kaybetmesine ve PKK nin guc kazanmasina sebep olacaktir.

Burda kesinlikle yapilmamasi gereken yalnis, sorunlarin kokeni yerine sonuclari uzerinde durmaktir. Burda PKK nin provoke etmek istedigi sadece bolge halki degil ayni zamanda Turkiye Cumhuriyeti devletidir. PKK( KADEK) gibi orgutlerin butun uyeleri yakalansa veya etkisiz hale getirilse bile Turkiye'de ki Kurt sorunu devam edecektir. A.B.D. nin yaptigi yanlisa dusup terorizmi daha fazla terorizm ile bitirmeye calisirsak karsimizda daha guclu ve daha azimli bir dusman bulacagimiz kesindir.

Daha once de Kurt sorunu ile ilgili yazilarimizda eskiden Turkiye de Kurt isminin bile agiza alinmadigini ve son yillarda onemli gelismeler oldugunu ama daha somut adimlar atilmasi gerektigini soylemistik. Artik hukumetin ve Turkiye Cumhuriyeti Devletinin Kurt vatandaslari ile birebir bir diyaloga girmesi gereklidir. PKK ile diyaloga girilmek istenmiyorsa da Kurt sorunlarina duyarli ve bolgede genis bir tabani olan DTP(DEHAP) ile diyaloga girilebilinir. Provakasyonlara, kimyasal silah gibi dedikodulara zemin yaratmamak icin bolge halki ile Ankara arasinda saglikli bir iletisim olmasi, yapilan ve dusunulen reformlarin halka anlatilmasi gerekli. Ingiltere'nin Kuzey Irlanda ve IRA sorunu, Ispanya'nin Bask ve ETA sorunu hep sonunda diyalogla cozuldu. Umariz bu olaylar gittikce zemin kaybeden PKK nin son cirpinislaridir ve yerini demokratik bir tabanda bariscil ve akilci eylemlere ve soylemlere birakir. Cunku sundan emin olalim ki siddet daha fazla siddeti ve herkes icin daha fazla aciyi doguracaktir. Herkesin sakinlesip derin bir nefes almasi ve ofke ile degil mantik ile hareket etmesi gerekiyor.

Türkiye'de Neler Oluyor? PKK eylemleri çığrından çıktı...

http://www.milliyet.com.tr/2006/04/03/guncel/axgun01.html
http://www.milliyet.com.tr/2006/04/03/son/sontur04.asp
http://www.milliyet.com.tr/2006/04/03/yazar/dundar.html
Türkiye'de neler oluyor? Şemdinli olaylarıyla başlayan şiddet ve terör silsilesi, 'sakin geçti' diye sevindiren Nevruz'un ardından Diyarbakır'daki PKK cenazelerinden sonra çıkan olaylarla ve şimdi İstanbul'un göbeğinde PKK'nın ateşe verdiği İETT otobüsleri ve Dolapdere'deki linçli gösteri eylemleriyle devam ediyor. PKK 1999'da mağlup edilmemiş miydi? Son beş-altı yıldır nasıl oldu da PKK böyle birden geri gelebilecek güce erişti? Üstelik AB uyum yasaları çerçevesinde Kürtçe'nin serbest bırakılması gibi demokratik haklar verildiğinde tabanı erimesi, iyice yok olması gereken etnik ayrılıkçı terör ne oldu da birden bu kadar azdı? Üstelik iktidarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da DEHAP'ı mağlup etmiş, Van'da bile seçimi 50% oyla kazanmış bir AKP hükümeti var, yani Türkiye'nin Batısını Doğusunu Ortasını Kuzeyini Güneyini sandıkta birleştiren bir hükümet var. Bütün bu koşullar terörün azalmasını, DEHAP'ın da tabanını büsbütün kaybetmesini gerektirmez mi? Yoksa bu son eylemler, tabanını ve varlığını kaybetmek üzere olan bir örgütün can havliyle, tabiri caizse 'ölmeden önce verdiği son nefesler' mi? Umalım ki öyle olsun, 1990'lar gibi 2000'li yıllar da terör yüzünden Türkiye halkına zehir olmasın, kayıp bir 10 yıl daha geçirmeyelim...

20.3.06

Irak Savaşının içyüzünü aydınlatan muhteşem bir makale: "The Israel Lobby"

Irak Savaşının ve ABD'nin anlamsız Ortadoğu siyasetini açıklığa kavuşturan muhteşem bir makale. Chicago Üniversitesinin en önde gelen siyaset profesörü (benim de eski danışman hocam) John J. Mearsheimer ve Harvard Üniversitesi Kennedy School of Government'ın dekanı Stephen Walt'tan 'The Israel Lobby'. Mutlaka okunmalı, okutulmalı. Göz açıcı, harika bir eser.

http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html adresinden okuyabilirsiniz.

9.3.06

Rahat Birakin Pasalarimi

Bir hafta once 28 Subat'in yildonumu ile ilgili yazilari aktardik, hemen akabininde Semdinli olaylari ile ilgili iddianame gundeme geldi. Org. Buyukanit'in isminin iddianame de gecmesi ile bir kasik suda firtina koparildi, komplo teoricileri calismaya basladi ve bir kriz yaratildi. Sonucta bu kriz hala 28 Subat zihniyetinden siyrilamamis oldugumuz anlamina geliyor.

Ordumuz kendi icindeki pisliklerin farkinda ve var gucu ile bunlari temizlemeye calisiyor. Artik sik sik yargilanan generaller, albaylar goruyoruz. Ancak nedense bunu disardan birileri yapmaya kalkinca butun askeriye emeklisi, aktifi ile ayaga kalkiyor. Aslinda asil temizlenmesi gereken Guneydogu Bolgesi ve burda artik kemiklesmis ve askerin de icinde bulundugu derin devlet cetesi. Bu bolgede gorev yapan askerlerin kendi anlatiklarindan biliyoruz ki kacakcilik burda asker himayesi altinda devam ediyor. Guneydogu bolgesi teror ile mucadeleden dolayi hassas bir bolge oldugu icin burda ne yazik ki kapsamli bir temizlik yapilamiyor. Semdinli olaylari sadece bunun su yuzune cikan bolumu ve arkasinda kisisel nedenler mi, bir hesaplasma veya uyusturucu, kacakcilik gibi baska nedenler mi var su anda bilmiyoruz ve belki de hic ogrenemeyecegiz.

Ne yazik ki bizim devlet ve asker kulturumuzde ta Tanzimat donemine dayanan askerin hukumetin, hukukun hatta devletin ustunde oldugu ve aslinda butun bunlarin garantoru oldugu kanisi var. Devlet icinde devlet gibi, bagimsiz gorev yapan, ne Avrupa da ne de dunyanin diger gelismis demokrasilerinde olmayan Genelkurmay Baskanligi bunun en guzel ornegi. Hele hele "gizli anayasa" denilen Milli Guvenlik Belgesi ni demokratik bir hukuk devletinde anlayabilmek daha da zor. Askerlerimiz bu otoriteye ve otonoma o kadar alismilar ki herhangi bir mudahaleyi bagimsizliklarina hatta varliklarina bir tehdit olarak gorup, var gucleri ile engellemeye calisiyorlar.

Tabi ki bu iddianame de Sayin Buyukanit'a karsi ciddi bir suclama yok ve savcinin isguzarligi sozkonusu, ama 28 Subati da destekleyen bazi cevreler, yine kan kokusu alip olayi bir krize donusturmeyi basardi. Caresiz Deniz Baykal ise CHP gelenegini olan askere umut baglamayi surdurup, "sivil darbe girisimini onledik." gibi anlamsiz aciklamalar yaparak bu krizden bir pay cikarmaya calisti. Bu son sacmaliklari ile partisini yuzde on barajinin altina itmemistir insallah. Ama daha da onemlisi yargi reformunun ne kadar gerekli oldugunu bir kez daha gorduk.

Hukumet ise ne yapacagini sasirmis durumda ve sanki sucluymus gibi ozur dilemeye calisiyor. Biraz basiretli olsalar, iki yuzluluk yapmasalarda bu sefer gercekten yarginin isine karismasalar iyi olacakti ama ne yazik ki hukumet de farkinda ki hala demokrasimiz pamuk ipligine bagli, hala emekli veya aktif herhangi bir pasa aciklama yapinca yer yerinden oynuyor, hala askerler gunluk politik konularda aciklama yapma geregini duyuyor, bu yuzden krizler cikiyor, borsa bile dususe geciyor.

Ulkemizde askere karsi buyuk bir saygi var ve bu kotu birsey degil ama askere saygidan once demokrasiye ve hukuk devletine sahip cikmak gerekli. Artik 83 yillik Turkiye Cumhuriyetinin ordunun himayesine ihtiyaci olmayacak kadar saglam olmasi gerekli. Yoksa bosuna mi o Cumhuriyetimizin 75. yili reklamlari televizyonlarda, gazetelerde yayinlandi, askerler sivillerle ele ele kol kola yurudu? Pasalarimiz artik politikayi, egolarinizi, rejim muhafizligini bir kenara birakin ki sizi de rahat biraksinlar ve demokrasimiz de, milletimiz de, devletimiz de rahat bir nefes alsin.